Bölüm 14: Kırgın Ruh

9K 1.4K 1.3K
                                    

Yine dayanamayıp erken bölüm attım... Hem de iki bölüm uzunluğunda, eheheh. Medyadaki şarkıyla bölümü yazdım. Bir saatlik versiyonun indirip bölümü öyle okuyun bence. İyi okumalar canlarım <3

🌙

Zaman akmayı bırakmış gibiydi.

Akrep koynuna yelkovanı yatırmış, şifası olduğuna yeminler ederek zehrini ona içiriyordu. Yelkovan halinden memnun gibiydi çünkü bedeni uyuşup zamanı kendi elleriyle yavaşlatırken sadece gözlerini yummuştu. Akrebin istediği neydi? Hedefine varma konusunda ondan hızlı fakat asla ona yetişemeyen bir aşığın ölümüne mi imza atmıştı? Yoksa şahit olduğum ölümler mi zamanı dondurmak için akrebi teşvik etmişti? Cevabı biliyordum fakat zihnim benimle alay eder gibi cevabı geç veriyordu. Elimi kana bulamamdandı akrebin yelkovanın arkasından ağıt yakması.

Ölüm; ani, amansız ve şiddetliydi. Zihnime üşüşen kelimelere ruhum alayla bakıyordu. İlk defa bir ceset gördüğümde de aynı tepkiyi vermiştim ve bu eğitmenimden başkası değildi. Şimdi ise intikam almaya yemin ettiğim katili kanlı elleriyle perişan bir şekilde önümde yürüyor, sadece zamana değil, tüm insanlığa meydan okuyordu. Gücüne defalarca şahit olmuştum. Gücü beni ürpertmiyordu. Cezbediyordu. Baştan aşağıya merak doluyor, gücünü parmaklarıma dolamak istiyordum. Parmaklarımın saçlarına dokunarak onun karanlığının tadına bakmasını istiyordum. Fakat gücüne ulaşma düşüncesi bile benimle alay ediyor gibiydi. Gece karası, dokunduğumda ipeği andıran dağınık saçları kanla lekelenmişti. Bir türlü nedenini bilmediğim boynunda şerit halinde olan yara izleri de kandan nasibini almıştı. Lekeler ruhuna da ulaşıyor muydu? Hangisi daha çok acı veriyordu ona? Ruhunda kalan lekeler mi yoksa elinde kanla beraber kuruyan ölümler mi?

Aynı dakikalara hapsolmuş gibi elimdeki kanın elime bulanışını hatırlıyor ve titremeye başlıyordum. Adımlarımı güçlükle atıyordum çünkü yerimde donup kalsam, avucumun içine elini emanet etmiş çocuğu da dondurmuş olurdum. Ve o çocuğun ölümün saatini ilan eden saatte donup kalmasına gerek yoktu. Dişlerim takırdarken yutkunup yürümeye devam ettim. Durmak kolaydı, zor olan ilerlemekti. Düşmek kolaydı, zor olan tekrar ayağa kalkmaktı. Ölmek kolaydı, zor olan acı verse de yaşamaktı. Durmuştum. Kendimi kısılı kaldığım zindandan kurtulduğumda durdurmuştum. Düşmüştüm. Defalarca. Son sefere kadar hep tanıdık kollara düşmüştüm. Sığındığım küçük odanın penceresinden düşüp ölüme çakılana kadar kalkmaya uğraşmamıştım bile. Ölmek istemiştim. Bana değer veren insanlar tarafından defalarca zorla hayatta tutulmuştum. Ölümün bana göre olmadığını anlamıştım. Damarlarımda dolanan karanlığa sarılmış buz gibi kan bunun kanıtıydı.

Öldürmek bana göreydi.

Kanasusamışın etkisiyle bedenim gibi donan ruhum da bunu kanıtlıyordu. Yıllarca bunun için eğitim görmüştüm. Arenalara çıkıp sınırlardan gelen karanlığı kullanan Savaşçı ve Dansçıları avlayacaktım. Yuvama zarar vermek isteyenleri avlayacaktım. Fakat yuvamdan kovulmuştum. Ruhumun sahip olduğu tek ev barındığım bedendi. Kendimi korumak için öldürecektim. Ya da elimi tutan çocuk gibi evini kaybetmiş, kendini korumaktan aciz insanlar için bunu yapacaktım. Şimdi ya da daha sonra. Yapacağım şey bu olacaktı. Yaşamak ya da ölmek arasında karar veremezdim fakat kendime bir amaç edinebilirdim.

Bedenim tekrar titrerken dişlerimi birbirine bastırdım Ölüm, tırnaklarımın arasında gezinen kanda gizliydi. Ölüm, soğuktan titreyen bedenimde saklıydı. Ölüm, sıkı sıkı kavradığım çocuğun göz yaşlarıydı. Ölüm sevgiydi. Ölüm nefretti. Ölüm yaşadığımız dünyada bildiğim her şeydi.

GECE DANSIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin