Hera gecenin bir yarısı uyanmış ve daha uyuyamamıştı. En sonunda pes edip Kurt’un kollarının arasından sıyrılıp yataktan çıkmış ve odadan ayrılmıştı. Ne kadar zamandır salondaki kanepede oturuyordu bilmiyordu, neden uyuyamamıştı ki? Yarın konuşacaklardı işte her şey netliğe kavuşacaktı. Ya affedecekti... Ya da kaç yıldır yaşadığı gibi babasız kalmayı seçecekti. Gerçekten pişman mıydı bunca sene sonra gerçekten pişman olduğu için mi çıkıp gelmişti? İşte tam da bundan korkuyordu, tekrar yıkılmaktan... Bir kez daha babasız kaldığını görmekten deli gibi korkuyordu. Genç adam uyku mahmuru gözlerini araladığında el yordamıyla yastığa dokunduğunda Hera’nın yanında olmadığını fark etmişti. Yataktan kalkıp soğuk taşlara basa basa odadan çıktı. Merdivenlerin bitiminde mutfağa kısa bir bakış attıktan sonra salona doğru ilerlediğinde ikili koltukta oturmakta olan kadını buldu bakışları. Salonun karanlığını takip ederken genç kadının oturduğu koltuğa doğru ilerlediğinde Hera’nın uyuyakaldığını görmüştü. Onun bu halde olmasına engel olamamak canını çok acıtıyordu. Acıyan canını bırak bir damla gözyaşına kıyamazken onun canının yandığını hissetmek ve bir şey yapamamak içini yakıp kül ediyordu. Koltuğa eğilip yavaşça genç kadını kucağına aldı ve odaya çıkardı. Yatağa yatırıp üzerine battaniyeyi örterken eğilip saçlarına bastırdı dudaklarını. Sonra da kendi tarafına geçip uzandı.Hera, Kurt’tan önce uyanmış mutfağa inmiş kahvaltı bile hazırlamıştı. Kafasını meşgul etmeye çalışıyordu artık ne kadar başarabilirse.
“Günaydın” diye bir ses çalındı Hera’nın kulaklarında. Genç adam aralarındaki mesafeyi adımlayıp genç kadının yanağına bir buse bıraktıktan sonra sofraya döndü.
“Erkencisin”
“Uyku... Uyku tutmadı” diye mırıldandı. Saniyeler sonrasında aklına gelen şeyle konuyu dağıtmak amacıyla konuşmaya başladı. “Ne ara gelip taşıdın beni, duymadım bile” diye mırıldandı Hera.
“Saat kaçtı bilmiyorum sadece seni yanımda göremeyince gelip baktım buradasın ve uyumuşsun bende alıp götürdüm”
“Benim canım bir şey istemiyor sen bir şeyler ye çıkarız sonra”
Kurt şaşkınlıkla havalanan göz kapaklarını kocaman açarken genç kadının elinden tutup kucağına oturttu.
“Olmaz öyle... Kendine bunu yapma sevgilim”
“Gerçekten canım istemiyor ben sonra atıştırırım bir şeyler” diye cevapladı Hera inandırıcı olmaya çalışırken unuttuğu bir şey vardı, karşısındaki adam onu her zerresine kadar tanıyordu, bunu atlamıştı. O bu düşüncelerle uğraşırken genç adam özenle hazırladığı ballı kaymaklı ekmeği genç kadına uzattı.
Kurt “Bak ballı ekmek yaptım sana senin sevdiğin gibi kaymağı en altta” diye mırıldandı gülümseyerek.
“Zaafımdan vuruyorsun ama aşk olsun ya” diye söylendi Hera tebessümle.
Kurt zafer elde etmiş olmanın verdiği keyifle dilim ekmeği Hera’nın aralanan dudaklarına uzattı.
“Zaaflarını seviyorum böylece gardını alamayıp savunmasız kalıyorsun” diye fısıldadı genç adam yeni çıkmaya başlayan sakallarını genç kadının yanağına sürterken.
“Bak yedim işte yeter herhalde bu kadar”
Kurt onaylamayan bakışlarla çatalını domatese batırdı ve çatalı Hera’nın dudaklarına götürdü. “Bunu da ye”
Hera kendisine uzatılan domatesi alıp çiğneyip yuttuktan sonra Kurt’un önündeki kupadan bir yudum çay içti ve kupayı genç adamın içmesi için dudaklarına götürdü.
Kurt da bir yudum aldıktan sonra kupayı masanın üzerine bıraktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUSURSUZ İNTİHAR
RomansaSiz hiç masmavi okyanusta esarete mahkûm olduğunuzu hissettiniz mi kalbinizin en derinlerinde? O hissetti, tutsak kaldı o gözlere, o tene, o adama, Kurt'a; kocasının abisine. Kurt, masallara inanmayan bir adamdı fakat unuttuğu bir şey vardı aşk masa...