#16: ❝ İhtimaller ❞

1.2K 115 29
                                    

-16.Bölüm-

Seokjin'e Norveç'e gelmeden önce 'en çaresiz hissettiğin an ne' diye sormuş olsalardı, buruk bir gülümsemeyle, ailesinin Namjoon'a olan hislerini öğrenmeleriyle kendisine yüz çevirmiş oldukları zaman olduğunu söylerdi. Her zaman yanında olmuş olan ailesi bu gerçeği kabul edememiş oğullarına yüz çevirmişlerdi. Seokjin için ailesi onun en büyük dayanağıyken, şimdi Seokjin'in içinde her fırsatta kanayan bir yara haline gelmişti.

Ama şimdi Seokjin, karşısındaki boş duvarı izlerken kabul etmişti; en çaresiz hissettiren ailesi değildi, Namjoon olmuştu. Kolları arasında nefes almayı bırakması daha önce tatmadığı bir çaresizlik tattırmıştı.

Seokjin, bu çaresizlikle baş edemiyordu.

Sadece birkaç saat olmuştu, sadece birkaç saat geçmişti Namjoon'un onu terk edişiyle, geri dönmesi ama çaresizlik hala kendisiyleydi; bu bekleyişte kendine eşlik ediyordu.

Gözlerini kapattığında göz kapaklarını süsleyen artık karanlık değildi, Namjoon'un gülümsemesi oluyordu. Namjoon o kadar güzel gülümsüyordu ki Seokjin'in gözyaşları yüzünde yol çizmeye başlıyordu.

Koluyla yüzünü kapattı Seokjin. Saklanmak, kaybolmak istiyordu. İçindeki acı geçene kadar uzaklaşmak istiyordu. Daha kötü olan ise içindeki acının Namjoon uyunana kadar geçmeyeceğini biliyor olmasıydı.

Omzuna birinin dokunmasıyla kolunu yüzünden çekti Seokjin, gözlerini yukarı kaldırdı. Menajer, yorgun gözleriyle karşısında duruyordu. Menajer, Seokjin yoğun bakımdan çıktığından beri yanında olmuştu, sözleriyle teselli etmeye çabalamıştı. Yarım saat önce gelen telefonla Seokjin'in yanından gitmişti ama Seokjin nereye diye sormamıştı, bir şeyleri merak etmeyecek kadar yorgun hissediyordu.

"Seokjin," dedi karşısındaki adam. "Doktorlar bizimle konuşmak istiyormuş." Seokjin, yutkundu. Dudakları kıpırdamazken menajer tekrar konuştu. "Hemen şimdi, konuşmak istiyorlar."

Seokjin, birkaç saniye bekledikten sonra kafasını salladı, ne kadar kaçmak istese de kabul etmekten başka çaresi yoktu. Gerçeklerle yüzleşmeliydi. "Tamam, hyung. Gidelim, konuşmaya."

Koridoru aşıp farklı bir yere geçtiler, Menajerin bir odanın önünde durmasıyla Seokjin de durdu. Kapının üzerinde Namjoon'un doktorunun ismi vardı. Seokjin, dudaklarını birbirine bastırdı. İçeriye girdiği anda aklından geçen ihtimallerin gerçek olduğunu söyleyeceklerinden korkuyordu.

Seokjin, korkularını dile getiremiyorken menajer kapıya vurup, kapıyı açtı. Kapının açılmasıyla masa başındaki konuşan iki doktoru gördü Seokjin. Biri Namjoon'un doktoru, diğeri Namjoon'un kalbini tekrar çalıştıran doktordu. İki doktorun ifadeleri iç acıcı değildi, Seokjin bu ifadeleri gördükten sonra içeriye doğru adım atamıyordu, bedeni hareket etmesine izin vermiyordu.

"Seokjin," dedi menajer.

Seokjin menajere döndü. Nasıl baktığını bilmiyordu ama karşısındaki adam yutkunmuştu. "Hyung, yapamam, bu odaya giremem."

"Seokjin..." dedi tekrar menajer.

Seokjin, menajerin konuşmasına izin vermedi. "Lütfen, hyung, benden bunu isteme. Öğreneceklerimle içimde bir parça taşıdığım umudu da öldüremem."

Menajer, buruk bir şekilde gülümsedi. Israr etmemişti, eğer doktorlar kötü bir şey söylerse onun toparlanamayacağını biliyordu.

Menajer odaya girerken Seokjin koridordaki koltukların birine oturdu. İçeriye girmek istese de yapamıyordu, içinde taşıdığı küçük umutlar da ölürse, toparlanamazdı. Namjoon'un kötü oluşunu biliyordu, durumun ciddiyetinin de farkındaydı ama her şeye rağmen umut ediyordu. Namjoon, yoğun bakımdan sağ salim çıkacaktı.

Seokjin, menajerin odadan çıkmasını beklerken cebindeki telefon çalmaya başlamıştı. Telefonu eline aldığında ekranda Yoongi'nin ismini görmüştü. Yoongi, Seoul'le Norveç'in saat farkını biliyordu, Norveç'te saat, sabahın ilk saatleriydi ve Yoongi kötü bir şey olmadığı sürece bu saatte aramazdı.

"Efendim, Yoongi," diye telefonu cevapladı.

"Hyung, neler oluyor? Buraya şirketten çalışanlar geldi, hazırlanmamızı söyledi."

Seokjin, birkaç saniye durdu, dudaklarından dökülmeyi bekleyen kelimeler vardı ama nasıl söyleyeceğini bilmiyordu.

"Hyung, Namjoon iyi mi? Ona bir şey mi oldu?"

Seokjin, daha fazla dayanamamıştı. Dakikalar önce durduğu gözyaşları yeniden akmaya başlamıştı. "Yoongi," dedi burnunu çekip. "Namjoon, öldü."

Yoongi, salonun ortasında dururken tutunmak için bir yer aradı. Nefes alamıyordu. Karşısında kendini dinleyen, içine düştükleri durumu anlamaya çalışan gözlerden göz temasını kesip yavaşça yere oturdu.

Namjoon, ölmüş müydü?

"Hyung ne diyorsun sen?"

"Namjoon'un birkaç saat önce kalbi durdu Yoongi. Kollarımın arasında öylece yığıldı, ben hiçbir şey yapamadım. Onun ölümünü öylece izledim."

Yoongi, Seokjin'i dinlerken acı çekişini hissediyordu, ses tonu, ağzından kaçan hıçkırıklar acısını hissettiriyordu. Telefonun ucundaki adam gibi Yoongi de gözyaşı döküyordu. "Namjoon," dedi yutkunurken. Dudaklarından dökülen kelimeler, karşısında durmuş kendini dinleyenleri de kendi düştüğü çukura itmişti. " Namjoon, gerçekten," devamını getirmeye gücü yetmedi.

"Yaşıyor," dedi Seokjin. "Kalbini tekrar çalıştırmayı başardılar. Namjoon, beni, bizi terk etmedi. Küçüğüm şimdi yoğun bakımda yaşam mücadelesi veriyor."

Yoongi, rahat bir nefes aldı. "Yaşıyormuş," dedi Yoongi. "Namjoon hala yaşıyor."

Seokjin, telefonun ucundan Yoongi'nin fısıltısını dinlerken, menajerin odadan çıktığını gördü. Kendisine döndüğünde göz göze gelmişlerdi, Seokjin, yutkundu. Menajerin gözleri, kızarmıştı. Seokjin menajerden gözlerini ayırmazken kendisine bakan kırmızı gözlerin doluşuna şahit oluyordu.

Seokjin, gözlerini kapattı. Aklından geçen ihtimallerden nefret ediyordu. "Yoongi, lütfen geç olmadan buraya gelin."

Menajerin yanına oturmasıyla telefonu kapattı Seokjin. "Hyung," dedi geçen birkaç dakikadan sonra. "Sen içeride ne duymuş olursan ol, ben inanıyorum. Namjoon iyi olacak."

Menajer, Seokjin'e döndü. İçeride duyduklarını anlatmak istiyordu ama kelimeleri birleştiremiyordu.

"Lütfen, içimdeki umutları öldürme. O iyi olacak, kim ne derse desin iyi olacak."

Kollarını Seokjin'e sardı, gerçeklerin ağırlığıyla Seokjin gibi ağlıyordu. "Üzgünüm, Seokjin."

Seokjin, ellerini yumruk yaparken daha fazla ağlamamak için direniyordu. İnanmak istemiyordu ama biliyordu ki, duyduğu bu iki kelime, aklından geçen ihtimallerin habercisiydi.

"Her şey için çok üzgünüm, Seokjin."

***

The Last Scene | Namjin ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin