|we might be dead by tomorrow|

2.9K 158 172
                                        


'Bu bölüm, Anne'in evinde Harry ve Gigi arasında geçen konuşmanın sabahını anlatmaktadır. Kısaca, neden ayrıldıklarını öğrenmeye gittikçe yaklaşıyoruz.'

27.06.2020 - Cheshire

Dotty ve Dusty minik mırıltılarla ayaklarıma dolanırken sessizce kıkırdadım. Hayvanlara karşı bir antipati beslemesem de kedilerle fazlasıyla sevgi yumağı olamıyordum.

Şu hayatta sevdiğim iki kedi vardı. Dusty ve Dotty. Normalde Anne'i görünce pek bana veya diğerlerine gitmezlerdi. Ancak erken kalktığım ve evde uyanık olan tek kişi olduğum için tüm sevgilerini bana vermeye hazır gibilerdi.

Kahve makinesi olmasına rağmen ısıtıcıda su kaynatmayı tercih etmiştim. Tezgahdaki telefonuma baktım, saat yediyi çeyrek geçiyordu. Harry gittikten sonra hiç uyumamış en sonunda yatakta kıvranmaktan vazgeçip duş almıştım. Daha sonra da odadaki dağınıklığı toplayıp kendime gelebilmek için mutfağa kahve içmeye inmiştim.

Harry ile yapacağımız kaçınılmaz konuşmaya az kalmıştı. İçten içe geç uyanmamasını umuyordum. Böylece kahvaltı etmeden gidebilirdik. Anne'in bunu anlayışla karşılayacağını biliyordum. Çünkü istediği şey buydu. Öyle ki bizim dışımızdaki herkes bu konuşma için gerçekten çabalamışlardı. Oysa bizim yaptığımız tek şey konuşmaktan kaçmak olmuştu. Biz her zaman bir şeylerden kaçıyorduk. Özellikle birbirimizden.

Suyun kaynadığını belli eden ses duyulduğunda yerimde sıçradım. Üstüne bir de sabah tonunu duymayı her şeyden çok özlediğim boğuk ses "Günaydın," deyince elim hızla inip kalkan göğsüme gitti ve korkuyla arkama döndüm.

"Korkuttum mu?" dedi. Gözleri tahmin ettiğim gibi kızarık ve şişti. Yorgun, solgun ama daha çok gergin görünüyordu.

"Çok korktum," diye mırıldandım. İçimde bir şey gidip ona sıkıca sarılmam için beni itekliyordu.

"Özür dilerim, aslında sessiz gelmemiştim." Ada tezgahın kenarındaki yüksek sandalyelerden birine oturup dirseğini tezgaha dayadı ve güçsüzce çenesini eline koydu. İyi görünmüyordu.

"Senin suçun değil. Ben fazla dalgınım." Kupa almak için rafa yöneldiğimde ona döndüm. "Kahve yapacağım, ister misin?"

"Ben hallederim sen zahmet etme." Derken yerinden kalkmaya yeltendiğinde gözlerimi devirdim. Zahmet edeceğim bir şey yoktu. Neden bu kadar keyifsizdi. Çok iç açıcı olmasa da aylar sonra birbirimize hiç olmadığımız kadar yakınlaşmıştık. Bunun bir önemi yok muydu?

"Harry," dedim bıkkınca. Zorla gülümsedi ve kafasını salladı. Gözlerindeki bu burukluk kalbimi kırmıştı.

Nasıl içtiğini bildiğim için onunla ilgili bir şey sormadım ve eskiden olduğu gibi bize acı sabah kahveleri hazırladım. Bardağı ona uzattığımda yine soluk gülümsemesiyle karşılık verdi.

Ben kahvaltı etmeyi sevmediğim için bu öğüne çok önem vermezdim. Hatta hiçbir şey yemeden atladığım zamanlar bile oluyordu. Ama Harry bir şey çiğnemediği sürece bu öğünü atlamayı sevmiyordu. Bu yüzden aklıma dün getirdiğim kurabiyeler geldi.

"Kurabiye vardı," dedim. "İster misin?" Bunu sormam onun bir anda ruh halinin değişmesine sebep olmuştu. Hatta kırmızı gözlerinin içinin parladığını bile görmüştüm. Sanırım bir az önce anımsadığım detayı hatırlıyor olmam hoşuna gitmişti.

"Evet, lütfen!" Anne'in cam saklama kabına koyduğu kurabiyeleri tezgahtan alıp önüne bıraktım.

Kapağı açtığında sırıttı. Diğerlerinden daha canlı bir gülücüktü. "Senin yaptıklarından."

Falling || H.S.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin