40. Bölüm

22.8K 1.5K 473
                                    

Selammm, biz geldikkkk🌼

İyi okumalar 💛

🌍

İyisiyle kötüsüyle yürüdüğümüz yollar vardı. Bazılarımız yürüdüğü yolun daima doğru olmasını ister ve hayatına o şekilde yön verirdi. Bazılarımız ise tamamen hisleriyle hareket eder, yürüdüğü yolun doğruluğundan ziyade o yolda mutlu olup olmayacağını düşünürdü.

Doğru denen kavram zamana ve mekana göre değişkenlik gösterirdi. Bugün, tam da şu anda doğru görünen detay yarın dünyadaki en büyük yanlışa dönüşebilirdi. Herkesin doğru anlayışı da farklıydı zaten. Doğru... Bir şeyin doğru olması sizin için ne ifade ederdi?

Doğru kıyafet seçimi mesela. Kimisine göre sevdiği bir parçayı giymekten ibarettir kimisi için ise fiziğine en uygun olanı. Doğru meslek seçimi mesela. Kimisine göre iyi bir gelir kaynağından ibarettir kimisi için ise sevdiği işi yapmaktan.

Peki ya doğru insan? Bunun tanımı nedir?

Seni mutlu eden insan mıdır? Türlü fedakârlıklar yapabileceğini düşündüğün, sana olan sevgisinden emin olduğun, saygılı, güçlü, yakışıklı... Bütün bunlar doğru insanın tanımı olabilirdi. Peki ya o kişinin mükemmel olması, doğru insan olduğunu düşünmemize yeter miydi?

Bizler doğru insanı mı bekliyorduk hayatımız boyunca? Yoksa... Yoksa doğruluk, aşk denen duygunun altında ezilip yok mu oluyordu?

Hiç kimse, doğru olduğunu bilmediği bir insanla birlikte olmazdı. Peki o halde dünyadaki çoğu ilişki neden kısa sürede bitiyordu? Doğru sandığımız insanların yanlış çıkmasından mı yoksa doğru olanın bizi her zaman mutlu edemeyişinden mi?

Kalbimiz, doğru nedir bilir miydi? Onun hızla çarpması, doğru insanı bulduğumuza işaret miydi? Yoksa... Yoksa o karşımızdaki insanın doğru olup olmadığı ile ilgilenmez, yalnızca kendisinde bıraktığı ize mi bakardı?

Belki de, kalbimizin doğru anlayışı farklıydı. Bu yüzden de daima mantığımızla çelişirdi. Aralarındaki savaşın nedeni de buydu, aynı bakış açısına sahip olmayışları. Mantığımız her zaman en iyi olanı isterdi. En yakışıklı, en zengin, en güzel, en özel... En.

Ama kalbimiz, bir şeyin güzelliğinden ziyade onun bizde bıraktığı hislere bakardı. Onun için doğru olan, kendisine dokunabilendi. Paradan, güzellikten, mükemmellikten anlamazdı. Onun işi hislerleydi, gördüklerimizin çok ötesiyle.

Bazen kalbimize dokunan mantığımıza da yatardı. İşte o zaman işimiz kolaydı. Ancak ikisi çeliştiğinde bir seçim yapmak zorunda kalırdık. Ve genellikle galip gelen kalbimiz olurdu. Gerçi bu bir galibiyetten ziyade yenilgi de olabilirdi. Bunu ancak zaman gösterirdi.

Şüphesiz ki ben, hisleri söz konusu olduğunda gözlerini karartanlardandım. Yanlış olup olmaması umurumda bile olmazdı. Bir şeyin beni iğne ucu kadar mutlu edebileceğini bilirsem, onu seçerdim.

Mert... O beni hayatım boyunca hep mutlu etmişti, etmeye devam edeceğinden de şüphem yoktu. Ona karşı bir şeyler hissettiğim belliydi, bunu inkâr edemezdim.

Ancak benim takıldığım nokta, o hislerin gerçek olup olmadığıydı. O itirafı yaptıktan sonra mı başlamışlardı, yoksa zaten varlardı da ben mi göremiyordum.

Mert'in beni sevdiğini işittikten sonra psikolojik olarak ona farklı mı bakmaya başlamıştım? Bilmiyordum... Neden kendime doğru düzgün bir cevap veremiyordum ki? Neden bu kadar zordu hislerle anlaşmak? Onların dilinden anlamak neden bu kadar zordu?

Gül Kendine •texting• (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin