"Sizin niye suratınız asık ya!" Sitem eden bedene çatık kaşlarımla bir bakış attım. Anında yerine sinerken çayımdan bir yudum daha aldım üşümemi geçirsin diye ama öyle bir hava vardı ki, çay üç dakikada buz gibi olmuştu. Yüzümü buruşturup yerine bıraktım.
Haftasonu sabahın köründe götümüz dona dona evden çıkıp kahvaltıya gelme sebebimiz olan Yusuf yine konuştu. "O kadar gelmişiz, eğlenelim bari." Hâlâ bir umut eğleneceğimizi sanmasına karşılık "Ulan mal herif, boğazlarımda kalan sıcak havayı senin için harcamamak için konuşmuyordum ama buradan bir uçarım sana görürsün eğlenmeyi." dedim ters bir sesle. Bir an nefes alamadığımda "Bak ulan bak, burnumdaki sümük dondu anasını satayım!" dedim ona doğru eğilip nefes alamadığımı gösterirken.
Görkem dayanamayıp gülerken Yusuf "Abartıyorsunuz abi, ayda yılda farklılık olsun dedik." dedi ve sanki çok lezzetliymiş gibi simitinden bir parça koparıp ağzına attı. O, buz gibi olan simiti zar zor çiğnerken "Şu an sana bu soğuk havanın neden olduğu doksan dokuz maddelik bir bildiri yazardım ama kaslarım uyuştu." dedim. Bir rüzgar estiğinde kolumu kendime sarıp iyice sindim üstümdeki monta.
"Telefonun çalıyor." Kolumu dürten Görkem ile bakışlarımı masanın üstünde titreyen telefonuma çevirdim. Ben de titrediğim için fark edememiştim sanırım. Elime aldığımda ekrandaki kayıtlı olmayan numaraya baktım. Birkaç haftadır yaşamadığım korkuyu tekrar hissederken Yusuf "Ne oldu?" diye sordu.
"O arıyor." dedim yutkunup. İkisi de bakışlarını bana çevirirken bir nefes çektim içime. Anında ağzıma dolan soğuk havayla "Adam akıllı sakinleşemiyoruz anasını satayım." diye mırıldandım. Bu sırada sustu telefon. Omzularım çökerken tekrar titreyen telefona oflayıp "başa gelen çekilir" diyerek yanıtladım aramayı. Telefonu kulağıma yaslarken Görkem ve Yusuf'un hoparlöre almam için yaptıkları hareketleri görmezden geldim.
"Neredesin?" Bir süredir duymadığım ses tonu soğuk havadan daha fazla üşütürken "Kahvaltıya geldik." diye mırıldandım. Her türlü, her konumda, herkese karşı olan rahatlığım sadece ona sökmüyordu. Nefes sesi kulağımı doldururken "Mekân adı ver Yekta, adam göndereceğim." dedi sabırsız bir tonda.
"Adam mı? Ne için?" diye sordum anlamayarak. "Mekân adı." dedi sabırsız ve baskın bir tonda. Yutkunup sanki beni görüyormuş gibi bir kolumu kendime doladım.
Gözlerimi çevrede dolaştırıp mekânın ismini aradım birkaç saniye, ardından "Ay ışığı." dedim bulmuş olmanın zaferiyle. Hemen sonra yüzümü buruşturdum, ay ışığı neydi yahu?
Bir şey deme gereği duymadan telefonu yüzüme kapattığında biraz olsun rahatlayıp kulağımdan çektim. Telefonumu masaya bırakırken Görkem'in "Ne oldu?" sorusu doldurdu kulaklarımı. Omuz silkip "Beni aldırmaya geliyor galiba." dedim. Adam göndereceğim demişti, başka ne için olacaktı?
İkisi de gerginlikle bana bakınca gülüp "Çok kasıyorsunuz, salın biraz. Öldürmeyecek sonuçta." dedim arkama yaslanıp. Yusuf göz devirip "Gören de az önce korkudan rengi atan bendim sanacak." dedi. Ona gözlerimi kısarak bakarken Görkem de "Ayrıca öldürmeyeceği de garanti sanki, herif düne kadar bununla tehdit etmişti seni." dedi.
İkisine de ters bakışlar atarken "Sağ olun amına koyayım, çok iyi teselli veriyorsunuz." diye homurdandım. Görkem omuz silkerek "Bu işi ciddiye almalısın belki de Yekta." dedi. Bakışlarımı henüz tam olarak aydınlanan göğe çevirirken içimden zaten ciddiye aldığımı düşünüyordum. Sadece bunu belli edemiyordum, nasıl belli edilirdi ki zaten?
Düşen yüzümü gören Yusuf karşıdaki sandalyeden yüzüme uzanıp yanaklarımı sıkarak "Sıkma canını bebeğim." dedi. Onun bu şebek hâline dayanamayıp gülerken "Sıktırmayın o zaman." dedim aynı zamanda. Beni düşündüklerini bilsem de yapacak bir şey yoktu, ben bile onlardan daha kolay kabullenmiştim bu durumu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mafya [bxb] • Tamamlandı
RomanceKorel Demirel, karanlık bir adamdı. Ölümcül zekâsı onu son derece tehlikeli birisi yaparken, bencilliği ve acımasızlığı bunu körüklüyordu. Hayatında zaaflara yer vermezdi. Klasik bir mafya babası tanımına kesinlikle uyuyordu. Ta ki, bir gece yarısı...