29.BÖLÜM

41.1K 1.9K 89
                                    

Herkese merhaba. Söz verdiğim üzere yeni bölümü geciktirmeden ekliyorum, farkındamısınız sadece diğer bölümden 4 gün sonra. Sanırım bu benim için ayrı bir rekor...Şaka bir yana önemli olan beğenmeniz ve okurken multu olmanız. Bildirimlerime baktığımda her geçen gün hikayemizin beğenilerinin arttığını görmekteyim. Hepinize destekleriniz için ayrı ayrı teşekkür ederim. O yıldıza tıklayarak ve bir kaç satır olsa da yorum yazmanınız beni gerçekten çok mutlu ediyor. Umarım yeni bölümü seversiniz. Asıl bombalar bu bölümden sonra olacak yorum kısmına sizlerin tahminlerinizi alabilirim. Az sonra bir haftalık bir tatil yoculuğuna çıkacağım ama telefondan ulaşabildiğim ölçüde yorumlarınızı yanıtlamaya çalışacağım..Herkese şimdiden keyifli okumalar diliyorum. Yan taraftaki medya bölümünde çok sevdiğim iki okuyucumun önerisi üzerine bu günkü bölüme en uygun şarkı eklenmiştir. Aslında sözlerini hikayede kullanmak isterdim ama Hikaye ile yılları uymadığı için yan tarafa eklemek durumunda kaldım. Malum hikayede şu an 2010 yılındalar ve mantık hatası yapmamak lazım...Hepinizi çok çok öpüyorum..Sevgiyle kalın...

29.BÖLÜM

Yaşadıkları soğuk ve puslu gecenin ardından geçen zaman zarfında genç çiftin arası daha da kötü olmuş birbirlerinin yüzlerini dahi görmeye tahammül edemez derecesine gelmişti her şey. Özellikle de Deniz için. O gece kocasından son kez birkaç sözcük duymayı beklediği halde onun gözlerinin içine kimsesiz bir kedi yavrusu gibi bakarak aşk dilendiği halde Cihangir oralı olmamıştı. Onu durdurmak için hiçbir şey yapmamış olmasını affedemiyor bir an önce gitme vaktinin gelmesi için günleri saatleri hatta dakikaları sayıyordu. Nerdeyse ayın sonuna gelmişlerdi ve Cihangir'le ne zaman gideceği hakkında da olsa son kez konuşmak zorunda kalacaklarını biliyordu. Tam da tahmin ettiği gibi kahvaltı masasındaki açılan iki servisin anlamını az çok anlamıştı çünkü son bir ayda hep yalnız kahvaltı yapmıştı. Nitekim de beklendiği üzere Cihangir Özbey tüm asaletiyle masadaki yerini aldı. Deniz hiç istemese de ona göz ucuyla baktı. Beyaz gömleğin üzerine lacivert blazer tarzında spor bir ceket altına da yine lacivert tonlarda klasik bir pantolon giymişti. Üzerindeki parfüm kokusu buram buram burnuna dolarken saçlarına özenle şekil verdiği belliydi.

''Sonradan görme kıro'' daha ne olacak diye içinden saydırsa da şu an ne kadar modern ve yakışıklı göründüğünün farkındaydı. Hiç dikkat etmemişti. Ne yani uzun zamandır bu adam her gün bu şekilde süslenip püslenerek mi işe gidiyordu? Allah bilir şirketteki saf kızların dibi düşmüştü. 'Hatta ağızlarının suları akmıştır ne de olsa ben de yokum' diye düşünürken artık onun üzerinde hiçbir hak iddia edemeyeceğinin farkına varması gerektiğini biliyordu.

Aslında çatal bıçağı bile sanatçı gibi tutan Cihangir Özbey hiç de onun düşündüğü gibi sonradan görme biri değildi. O hep temiz, düzenli, bakımlı ve kibar duruşlu bir adam olmuştu. Hatta dışarıdan bakan onun tam bir beyefendi olduğunu düşünebilirdi. İngilizce, Almanca ve birazda Fransızca biliyordu. Yurt dışında okumuş kendini her alanda yetiştirmişti. Bu genç yaşında birçok iş kolunun başındaydı ve içindeki hırslar sayesinde çok daha büyüyeceğine emindi. Tabi kafa yapısı maalesef hiç değişmemiş her ne kadar Batılı bir adam gibi dursa da aklı hep Doğulu olarak kalmıştı. Tüm bu derin düşüncelerden yine onun etkileyici ve sert ses tonu ile uzaklaştı.

''Yarın sabah Urfa'ya gidiyoruz. Pasaportun ve kimliğin kasada duruyor onları almamız lazım. Hem babanın mezarını da son kez ziyaret eder vedalaşman gereken kişilerle vedalaşırsın tabi gidişinden kimsenin haberi olmayacak. Türkan'a bile söylemeyeceksin. Ben sen gittikten birkaç ay sonra yavaş yavaş anlatacağım. Tabi o zamana kadar tüm işlemler bitiği için kimsenin diyecek bir sözü kalmayacak.''

''Her zamanki gibi her şeyi düşünmüşsün bravo!''

''Ben senin için uğraşıyorum hem annem ve babamla olmasa bile Elif, Sultan halam ve diğer kızlarla vedalaşmak istersin diye düşünmüştüm.''

GÜNEŞ DOĞUDAN YÜKSELİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin