*~*~*~*~*
05.02.1971
Sevgili İngiliz Beyefendisi,
İnanın bana, mektubu kaleme alacak gücüm dahi yok. Tıpkı sizin gülümsemeye gücünüzün kalmadığı gibi...
Elimde bir gazete kupürü var şimdi... Apar topar Londra'ya gittiğimizde elime geçen gazeteden ufak bir parça, bir haber.
"Geçtiğimiz sabah Londra'da, Nancy Stephanie Hatchards(47), şehrin en eski kitabevi olan 'Hatchards Kitabevi'nde kendi canına kıydı. Perşembe günü cereyan eden bu olayın perde arkası ne yazık ki hala gizli. Olaya şahit olan Harry Styles(26), bir kez daha bir 'intihar' vakasıyla gündeme geldi. Altmışlı yılların başarılı rock yıldızı olayla ilgili suskunluğunu koruyor."
Canınız yanıyor... görüyorum. Ancak elimden gelmiyor acınızı kalbinizden söküp atmak... Keşke gelse.
Elimden gelen tek şey bu... yazmak. Olanları en başından kaleme almak...
Dün, hastalığıma rağmen erkenden uyanıp mutfakta oturan Jack'in yanına geldim. Gece boyu uyumadığı bana yorgun bakan gözlerinden belliydi. Onunla oturup biraz lafladık. Bana benimle nasıl ilgilendiğinizden bahsetti ilk evvel, başımda nasıl beklediğinize kadar... Beni ziyadesiyle mahcup ettiniz, efendim. Gerçekten de mahcup ettiniz.
Daha sonra Jack çekinse de konuyu başka bir yere getirdi ve dedi ki... "Bir şey olsa... en azından bana söylerdin, değil mi Lyla?"
Nutkum tutulmuştu o böyle sorduğunda, bir süre cevap veremeyip gözlerine baksam da, "Tabi..." diye mırıldanmayı başardım.
Jack'in yüzü hayal kırıklığıyla sarsıldı, zaten yüzünün bir harabeden farkı yokken bu denli değişmesi yüreğimi hoplatmıştı, "Jack..." diyerek elimi onunkine doğru uzattım ancak o elini çekti, "Bana yalan söylemeyeceksen, seni dinlerim," diye mırıldadı.
Öylece gözlerine baktım.
"Susuyorsun!" diye fısıldadı hiddetle, içindeki acı gözlerine kadar ulaşmıştı ve o acı dolu gözleriyle doğrudan benim gözlerimin içine bakıyordu. En derinimde hissettim acısını... sustum.
"Diyecek bir şeyim yok ki Ja..."
"Hâlâ yalan söylüyorsun!" dedi ellerini saçlarının arasına götürürken, "Canımın bu kadar yandığını bilerek... göz göre göre... Sen ne zamandır benden bir şeyle gizliyorsun, Lyla?" diye sordu çaresizlik içinde.
O an o kadar köşeye sıkışmıştım ki bir anda "Sen ne zamandır gizliyorsan..." deyiverdim, "Ben de o zamandır."
Bir anda duruldu, havalanan elleri yavaşça aşağıya indi. Şaşkınca bana baktı, "Sen n... neden bahsediyorsun?" diye kekeledi, "Ne demek bu?"
"Seni görüyorum..." diye fısıldadım, "Sürekli ortadan kayboluyorsun, mutsuzsun, bir şeyler yanlış ve... söylemiyorsun, Dawson."
Gözlerinden korku bir rüzgar gibi geçerken, "Yakında zaten öğreneceksin..." diye fısıldadı ve umutsuzca arkasına yaslandı. Bakışları duvara doğru kayarken, "Zaten ondan sonra... ne olur hiç bilmiyorum." dedi.
Çatılmış kaşlarımla yüzünü inceledim, Tanrım, gerçekten kötü görünüyordu, dudakları aşağı doğru sarkmış, gözleri acıyla yumulmuştu, "Dawson, sen iyi değilsin..." diye mırıldandım ayağa kalkarken, "Biraz uyumaya ne dersin, ben çok daha iyiyim..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
englishman | harry styles
FanfictionSevgili İngiliz Beyefendisi, daha adınızı bile bilmiyorum lakin özrümü kabul edin. Başta size karşı bu duyguları beslediğim, sonra da sizden bunu hep gizleyeceğim için...