twenty-fifth of January, nineteen seventy-one (first part)

323 46 30
                                    

*~*~*~*~*


25.01.1971, Pazartesi

Soğuk ve bulutlu bir gün

Kütüphanede yoğun bir öğlen


Ayla


Hava oldukça bulutluydu, içerisi hafifçe kararmıştı. Bu yüzden duvardaki gaz lambalarını yakmıştı Ayla. Saat henüz ışık yakacak kadar geç değildi, hem Ayla da bu ufak ışık kaynakları olan gaz lambalarını çok seviyordu. Loş bir ışık kütüphaneyi sıcacık yapıyordu sanki...

O sıra kapıdaki yaşlı kitapseveri gördü. Bayan Adams, yürümekte dahi zorlu çeken ve bastonundan güç alan bir ihtiyardı. Normalde eşi Bay Adams'la beraber gezerlerdi, kolları daima birbirlerine kenetlenmiş olurdu. Bazısı Bayan Adams baston kullanmamak için boşta kalan eliyle de Bay Adams'ın elini tutar, eşinin tüm ilgisinin kendisinde olmasının neşesiyle kahkahalar atarak dolaşırdı.

İçinde tuhaf bir endişeyle kapıya doğru ilerledi ve kapıyı gülümseyerek Bayan Adams için açtı. "Hoş geldiniz!" dedi elinden gelen en sessiz ama aynı zamanda en de sıcak kanlı şekilde.

Kadın yalnızca ufak bir tebessüm etti ve yavaşça içeri geçti.

Ayla kaşlarını çatarak Bayan Adams'ın ardından ilerledi. Bugün fazla sessizdi, normalde Ayla'dan önce o konuşurdu. Ancak Ayla şimdi görüyordu ki bir şeyler değişmişti.

Bayan Adams ilerledi ve Rus edebiyatının klasiklerine ayrılmış bölümdeki Puşkin'in birkaç eserinin tam karşısında durdu. Bir elini bastonunda sabitleyip oradan güç aldı ve öteki elini de havaya kaldırarak rafa doğru uzandı. Ayla kadının titreyen ellerini gördüğünde ona destek olmak için uzandıysa da kadın eliyle aniden onu durdurdu.

Ayla şaşkınca kadını izledi ve 'Yevgeni Onegin' isimli şiirsel romanı kavrayıp çekmesine izin verdi. Daha sonra kadınla kütüphanedeki masalardan en yakın olanına doğru beraber yürüdüler. Ayla kadın için sandalyesini çekti ve onun rahatça oturmasını sağladı, daha sonra o da hemen yanına oturdu.

Kadın kitabın sayfalarını karıştırmaya başladı. nereye baktığını bilir gibiydi.

Sonra durdu, sayfaya hafifçe dokundu, tıpkı okşar gibi... Nazikçe değdirdi parmaklarını, kimsenin görmeyeceği silik bir iz bıraktı ve dudaklarını araladı:

"Biliyorum, Tanrı gönderdi seni,

Mezara kadar beni koruyansın...

Bana rüyalarımda gelmiştin sen,

Görünmesen de yakındın canıma,

Bakışların baygınlık verirdi bana,

Bir ses duyulurdu gönlümde senden

Çoktan beri hayır, rüya değildi bu!

Sen ancak girdin, tanıdım o an,

Kendimi kaybettim, bendim yanan,

Düşünerek fısıldadım: ta kendisi!

Doğru değil mi? Duymuştum seni:

Benimle sessizce konuşmuştun,

Fakire elimi uzattığımda

Veya duayla rahatlattığımda

Hüznünü bu heyecanlı ruhumun?

englishman | harry stylesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin