*~*~*~*~*
01.01.1971
Sevgili İngiliz Beyefendisi,
Satırlarıma başlamadan evvel yılın ilk günü sizin için nasıl geçti öğrenmek isterim. Benimki sizin sayenizde hem mesut hem de inanılmaz geçmişti. Umuyorum, sizinki de en az benimki kadar güzel geçmiştir.
O kadar mesuttum ki belki de kardeşimin doğumundan sonraki en mesut günüm bugündü...
Dün gece evimde mektubunuzu kaleme alırken gülümsemeyi bir an olsun kesememiştim. Öyle ki yanaklarım hafif hafif sızlıyorlardı. Ancak kendime bir türlü mâni olamıyordum. Gökyüzü bile bana sizi hatırlatıyorken nasıl gülümsemeyi kesebilirdim ki? Kesemedim. Hatta öyle ki kahkahalar attım. Bir an evdeki kardeşim ve arkadaşlarını uyandıracağım diye yüreğim hopladı, ancak kimse kalkıp kendi kendime kahkahalar atarken beni görmedi.
Bir an olsun aklımdan çıkmadınız. Çıkamazdınız. Nasıl çıkacaktınız ki? Gözümü yummadan yüzünüz beliriyorsa önümde, sizi nasıl aklımdan çıkarabilirdim? Kalbim düşüncenizle bile hızlanırken, soluklarım birbirine karışırken... Nasıl aklımdan çıkabilirdiniz?
Bugün hiç olmadığı kadar erken kalktım. Gece zaten uyuyamamıştım ki! Gözümü kapattığım her an sizi gördüğüm dakikaları yeniden yaşamaya başlıyordum. Bu hâlâ manasızca gülümsememe, hâlâ kahkahalar atmama neden oluyordu. Ellerimi ağzıma götürüp ses çıkarmamaya çalıştım, evdekiler hâlâ uyuyordu ve ben onları uyandırabilirdim. Bana neden güldüğümü sorsalardı buna verebileceğim bir cevabım yoktu üstelik.
Sokaklardan hızlıca geçtim, evinizin bu taraflarda olmadığını tahmin ediyordum. Oysa... Ben kış günlerini en çok ağır ağır yürürken severdim.
Bugün kütüphanemi açmamın lüzumu yoktu. Ancak ben yine de açtım. Holmes Chapel'daki en büyük kitap kaynağı benim kütüphanemdi. Yılbaşı tatilinde bazı kişiler aradığı boşluğu buluyorlardı ve yılda yalnızca birkaç kere bu boşluğa erişebiliyorlardı. Hâl böyle iken kütüphanenin kapılarını kapalı tutmaya vicdanım el vermiyordu. Evet, normalde olduğu kadar kalabalık olmuyordu ancak yine de gelen birkaç kişinin yüzündeki gülümsemeye her şey değerdi.
Tabi, sizin yüzünüzdeki gülümsemeyi görmeye de...
Nereden bilebilirdim ki kütüphaneye bugün sizin de geleceğinizi?..
Aslında ziyadesiyle sıradan bir gündü. Saat yedi gibi evden çıktım ve evime çok da uzak olmayan kütüphaneye doğru yürüdüm. Son zamanlarda bu yol neredeyse yarım saat sürüyordu, oysa eskiden çok daha kısa süre içerisinde varabilirdim buraya.
Eğilip kepenkleri açmaya çalışırken fark ettim ki ellerim uzun süre koşmuşum gibi titriyordu. Havanın soğuk olmasına ve üzerimdeki kat kat kıyafetlerin ağırlığına bağladım tüm bunları. Çok kalıplı biri değildim, tüm bunların beni yormasına pek şaşırmadım dolayısıyla.
İçeri girdiğimde yaptığım ilk iş kapıdaki ufak, tahtadan oyma tabelanın 'açık' yazan kısmını kapıya doğru çevirmek olmuştu. Daha sonra kapıya çok da uzak olmayan masama doğru ilerledim ve üzerimdeki kabanı çıkarıp hemen masanın arkasındaki askılığa astım. Üzerimdeki fazlalıklardan kurtuldukça yorgunluğumun da vücudumu yavaşça terk ettiğini duyumsamıştım. Her zamanki işim olan kitaplıkların ve rafların gelişi güzel tozunu almayı kısa sürede bitirdim. Zaten normalde de çok vaktimi almıyordu. Gözüme çarpan birkaç kitabın da yerini değiştirmiştim. Kasabanın postacı ve seyyar gazetecisi Albert da bu sırada günlük gazeteleri getirmişti. Hepsini özenle girişteki gazeteliğe yerleştirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
englishman | harry styles
FanficSevgili İngiliz Beyefendisi, daha adınızı bile bilmiyorum lakin özrümü kabul edin. Başta size karşı bu duyguları beslediğim, sonra da sizden bunu hep gizleyeceğim için...