*~*~*~*~*
30.01.1971
Sevgili İngiliz Beyefendisi,
İki gündür kendimde kalemi alacak gücü bulamıyorum. Yorgunum, çok yorgunum. Siz nasılsınız, efendim? İyi olduğunuzu umuyorum.
Aslında bugün bir doktor randevum vardı... Ancak gitmedim. İçimdeki tuhaf his beni nedensizce bu küçük kasabada tutmuştu işte...
Sizi de tutmuş olacak ki tüm gün arabanızın içindeydiniz. Üstelik yanınızda Jack de vardı... nedenini bilmiyorum. Ancak oradaydınız. Kütüphanenin biraz arkasında, ancak benim göremeyeceğim bir noktada değildiniz.
Bugün hafta sonuydu, cumartesi. Aslına bakarsanız cumartesileri, hafta içi gelemeyen insanlar sayesinde dolu geçerdi, ancak nedenini anlamlandıramadığım bir şekilde bugün pek kimse yoktu. Teslim edilen kitapları yerlerine yerleştirip şömineyi yakmak dışında bir işe girişmedim.
Ah, sonra kar yağmaya başladı.
Kuvvetliydi epeyce, hemen yerin üzerini bir battaniye gibi örtmüştü. Ahşap kütüphanemin yine ahşap penceresinden yağan karı izlemek çok güzeldi... Ah, sabaha kadar oturup bunu izleyebilirdim. Ki izleyecektim de...
Bugün Clémentine vardı, kar yüzünden onun erkenden çıkmasına izin vermiştim. Eh, sonra da tek kalmıştım. Şömineye birkaç odun daha yerleştirip şarap seçmeye gittim. Kırmızı şarap seçtim... elbette...
Yıllandırdıklarımdan birini seçtiğim için özenle hazırladım sıcak şarabı. Annemin şarabıydı, üzüm şarabı... Ben doğmadan evvel yapmıştı.
Gözlerim dolu dolu şarabı öylece şöminenin alevinin ısıttığı kazana döktüm. Güzel kokuyordu... içine tarçın ve karanfil ekledim. Ah, bir de yıldız anason, konyak ve portakal...
Çok geçmeden müthiş bir koku sardı etrafı. Keyiflendim, pikabıma bir plak yerleştirdim. Epeydir sesini işitmediğim Müzeyyen Senar'ın plağını yerleştirip çalmaya bıraktım onu.
Minderlere oturdum. Her zamanki gibi... plağın çıtırtısı şömineninkiyle karışırken öylece durdum ve alevleri izledim.
Ah, bu parça daha ilk notasında tüylerimi diken diken yapıyordu benim... Gözlerim doldu. Elimdeki kadehi suymuşçasına içiverdim.
"Kimseye... etmem şikayet... Ağlarım, ben... halime..."
İnanır mısınız, bilmem. O an kapının gıcırdayarak açılacağını da, yanıma usulca gelip, sorgusuz sualsiz oturacağınızı da biliyordum. Sizin için doldurduğum kadehi kavrayacağınızı da öyle...
Şuursuzca kadehimi sizinkine doğru uzattım ve tokuşturdum kadehlerimizi. Yeni doldurmuştum zaten... öncesinde de içtiğim birkaç kadehten olsa gerek oldukça gevşemiştim. Küçüklüğümden beri şarap daima ailemin bir parçası olmuştu, annem çok severdi. Onu kaybettikten sonra babam çok ender şarap içer olmuştu, ancak rakısını eksik etmezdi. Bir şekilde alkolle iç içe büyümüştüm ve bünyemin haklı sayılır bir dirayeti vardı şaraba karşı. Ancak böylesi zamanlarda... yani kafamı toparlayamadığım vakitlerde dirayetim de toz olup uçar giderdi. Sanıyorum bu yüzden, hiçbir şey olmamış gibi yanınızda oturmaya devam ettim.
"Titrerim... mücrim gibi... baktıkça istikbalime..."
Ah, dirayetim toz oluyordu... ancak yalnızca içkiye karşı olan dirayetim değil. Göz yaşlarıma karşı olan dirayetim de.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
englishman | harry styles
FanfictionSevgili İngiliz Beyefendisi, daha adınızı bile bilmiyorum lakin özrümü kabul edin. Başta size karşı bu duyguları beslediğim, sonra da sizden bunu hep gizleyeceğim için...