sign of the times'ın yıldönümünün şerefine... harry'nin açısından bakalım olaylara dedim
aslında içime de sinmedi ama aylardır hiçbir yerini de değiştiremiyorum böyle bakıyorum bu bölüme...
neyse çok uzattım. bölüm 4.000 kelime civarı, çayınızı kahvenizi alın öyle okuyun :]
ve bu yalnızca yarısı, kalanını da yarın koyucam...çok konuşuyorum gerçekten ya... iyi okumalar dostlar
*~*~*~*~*
10.02.1971
Sabahın erken saatleri
Gün henüz doğmamışkenHarry'nin evi
Harry:
Odanın pencerelerinden cılız bir ışık içeriye doluyordu, dudağımı büzdüm. Acaba gözlerini rahatsız ediyor muydu?
Onu uyandırmak istemiyordum. Çünkü... o pek ender huzurlu uyurdu. Aslında ikimiz de pek uyumuyorduk, bunu biliyordum. Ancak onun dinlenmeye epeyce ihtiyacı vardı. Belki de farkında değildi, ya da bana öyle geliyordu zira saat falan tuttuğum yoktu ama... Son günlerde daha sık uyur, daha sık yorgun düşer olmuştu. Daha çabuk üşüyor, daha zor ısınıyordu bedeni...
Tüm bunlar beynindeki birkaç santim büyüklüğündeki o kanserli hücreler yüzünden miydi? Yoksa vücudu bu hastalığın yükünü daha fazla taşıyamıyor muydu?
Ne yaptığımı bilmiyordum. Hiçbir şey olmamış gibi, bir anda tüm hayatımız alt üst olmayacakmış gibi devam ediyorduk. İşin en acınası tarafıysa aslında istesek de yapabileceğimiz bir şey yoktu. Bunu bile bile işte böyle oturmaksa...
Ölümdü.
Ölüm neydi ki? Soluğunuzun kesilmesi ya da ebediyete kavuşmanız mı? Acı, göz yaşı, kaybetme korkusu mu? Ölüm neydi? Onun dudaklarındaki sıcak nefesi duyumsayamamak mı? Gülümsediğinde bir anda beliren sol yanağındaki gamzeyi görememek mi? Güneşin dahi o beyaz tenindeki çilleri gösterememesi mi? Dudaklarından adımın dökülmemesi, parmaklarının avcumun içinden kayıp sonsuzlukta kaybolması mı? Ölüm neydi?
Kalbinin ritmini bir daha duyumsayamamak mı? Yanından ayrılıp eve geldiğimde üstüme sinen kokusunu duyamamak mı? Ona kavuşacağım günü düşünerek azap içinde olmak, yanmak mı? Onu görmek için o kütüphanenin önünde geçtiğimde onu görememek mi?
Onsuz geçirmeye çalıştığım birkaç hafta dahi soluğumu keserken onsuz geçireceğim bir ömür... Güneş nasıl doğacaktı? Yağmur nasıl yağacaktı? Tanrım, onun gözleri sonsuza dek yumulu olacakken... Nasıl olur da çiçekler açacaktı?
Onsuz bir şeyler asla oturmuyordu. Gün bile akıp bitmek istemiyor, zaman soluklarımın arasında sıkışıp kalıyor, beni boğuyordu. Beni öldürüyordu.
Yoksa ölüm bu muydu?
İstemeye istemeye doğruldum, onu uyandırmak istemiyordum ama uyanmamız gerekiyordu.
Nasıl uyandıracaktım ki? Pekâlâ, şu nasıldı: 'Ayla, sabah oldu.' Ama bu sanki biraz kabaydı, hem daha güneş doğmamıştı ki! Bu olmazdı, hayır hayır. Başka bir şey demeliydim, mesela 'Ayla, gitmemiz gerekiyor,' nasıl? Harry, annen sana birilerini böyle uyandırmayı mı öğretti? Bu daha çok kabaydı! Tanrım, sanki dünyanın sonu geliyormuş gibi gitmemiz gerekiyor diye onu uyandıramazdım. Korkabilirdi veya korkunca ona bir şey olursa... Oh, tanrım! Başka bir şey bulmalıydım. 'Günaydın,' nasıl? Ama sanırım bunu demem için zaten uyanık olması gerekiyor yani bu da olmazdı. Oh, ama şu olabilir! Eğer ona...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
englishman | harry styles
Fiksi PenggemarSevgili İngiliz Beyefendisi, daha adınızı bile bilmiyorum lakin özrümü kabul edin. Başta size karşı bu duyguları beslediğim, sonra da sizden bunu hep gizleyeceğim için...