*~*~*~*~*
02.01.1971
Sevgili İngiliz Beyefendisi,
Mektubuma gününüzün ziyadesiyle güzel geçtiğini umarak başlamak isterim. Tanrı'ya ettiğim dualarımın da içindesiniz, biliyor musunuz? Gece yatmadan önce ertesi günün sizin için güzel geçmesi için ona dua ediyorum. Başınıza kötü bir şey gelmesin diye dua ediyorum, Tanrı sizi korusun diye dua ediyorum... Çünkü biliyorum. Sizi koruyabilecek güçte olan kişi ben değilim. Benim gibi bir garibanın elinden ancak dua etmek gelirdi. Ben de ediyordum.
Kütüphaneyi her zamanki saatinde açtım. İnsanlar birer birer gelip gittiler. Noel ve yılbaşı tatilinde kitapların büyük bir kısmı teslim edilmemişti. Bu yüzden yoğundu bugün. Dört kişi bir kütüphaneye zor yetişir olmuştuk.
Olsun, önemli olan kitapların okunmasıydı. İnsanların kitap okumasıydı. Tüm bunlar biraz koşuşturmama değerdi. Fazlasıyla değerdi.
Akşam oldu. Yalnız kaldığım saatlerden birindeydim. Her gün bu saatlerde burada kalıyordum. Bundan sıkılmıyordum. Aksine, bu yalnızlık ve kitaplardan gelen o koku kadar huzurlu bir şey yoktu.
Şey, belki sizi izlemek de bir bu kadar huzurlu olabilirdi.
Derin bir soluk alıp pikabıma çok sevdiğim Elvis Presley'nin bir plağını yerleştirdim ve dinlemeye başladım.
"Love me tender, love me true. All my dreams fulfilled
For my darlin'. I love you and I always will..."
(Nazikçe sev beni, gerçekten sev. Tüm hayallerim gerçek oldu, senin için sevgilim. Seni seviyorum ve daima seveceğim)
Çok sevdiğim sıcak şarabın eşliğinde şarkıyı biraz mırıldandım. Camdan bakıyordum. Sokak bomboştu, geç olmuştu artık. Ancak ben kepengini kapatmamış tek kişi olarak daha uzun süre burada kalmayı düşünüyordum.
Sonra siz geldiniz. O an nasıl sevinip yerimde sıçradığımı anlatamam. Az kalsın elimdeki kadehi tuzla buz ediyordum. Oysa yalnızca sizi görmüştüm. Üzerinizde yine o ince kabanınız vardı, bacaklarınızda İspanyol paça pantolonunuz... Bu pantolonlara bayılıyordunuz. Biliyorum. Üç seferdir bunları giymenizin başka bir açıklaması olamazdı.
Aheste aheste yürüdünüz. Aceleniz yoktu, belliydi. Saçlarınız her zamanki gibi kıvır kıvırdı. Buklelerinizin siz yürüdükçe hareket ettiğini görebiliyordum. Tanrım... Kızarmış yanaklarınız ve burnunuzla o kadar... o kadar tatlı görünüyordunuz ki... kendimi küçük bir çocuk gibi yanaklarınızı sıkmamak için çok zor tutuyordum.
Kütüphanenin önüne doğru geldiğinizde yavaşladınız. Beni göremeyeceğiniz kadar gölgelerin arasındaydım. Sizi gözleyen beni görüp şaşkınlıkla duraksamayacağınıza emindim. Öyleyse neden durmuştunuz?
Yoksa aklınıza dün burada Clémentine'le yaşadıklarınız mı gelmişti? Ya da buraya onu özlediğiniz için mi gelmiştiniz? Ya ona âşık olmuşsanız?
Buruk bir gülümsemeyle öylece sizi izledim. Buraya bakmanızın başka bir açıklaması yoktu herhâlde. Olsun. İçiniz, ben sizi düşündüğümde olduğu gibi sıcacık oluyorsa, benim paramparça hissetmemin hiçbir önemi yoktu.
Yüzünüzde bir gülümseme peydahlandı. Büyük bir gülümseme değildi. Eski anıları hatırladığınızda yüzünüzde bir gülümseme belirir ya, işte tam da öyle bir gülümsemeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
englishman | harry styles
FanfictionSevgili İngiliz Beyefendisi, daha adınızı bile bilmiyorum lakin özrümü kabul edin. Başta size karşı bu duyguları beslediğim, sonra da sizden bunu hep gizleyeceğim için...