09.02.71

253 30 257
                                    

*~*~*~*~*

09.02.1971

Sevgili İngiliz Beyefendisi,

Bu sabah uyandığımda siz hala uyuyordunuz. Başınız göğsüme yaslı, soluklarınız kalbime çarpıp ona soluk verirken... huzurla gözlerimi yumdum. Sizi uyandırmamaya özen göstererek ensenizdeki saçları parmaklarımın arasına aldım. Ah, buradaki tutamlarınız diğer tutamlarınızdan daha yumuşak ve nedensizce daha bukleliydi. Ayrıca ensenize değen parmaklarımın sizi rahatlattığını fark edeli çok olmuştu.

Bir süre uzandık işte, vücudum tüm gece kıpırdamadan yattığım için uyuşmuştu, bir önemi de yoktu aslında. İkimizin de üstüne önceki gün giydiğimiz günlük kıyafetler vardı, bunları çıkarmayı nasıl unutmuştuk? Hiç de sevmezdim pis kıyafetlerle yatağa girmeyi. Hele hastaneye gittiğim kıyafetlerle...

Bunun üzerine siz uyanana kadar bekledim. Kollarınız kıpırdamama engel oluyordu. Ve esasında uyanmanız da epeyce sürmüştü. Sizi böylesi bitkin görmek beni mahvediyordu efendim, nefes alamayacak gibi oluyordum. Kollarınızın arasında yalnızca yatarken dahi soluklarım bana yetmiyordu.

Saat geçti, ben çoktan geç kalmıştım kütüphaneyi açmak için... ama sanırım, sanırım bunu çok da önemsemeyecektim. Belki Jack... o açmıştır, öyle değil mi?

Uzun bir sürenin ardından, saat ona doğru gelirken hapşırdığınızı işittim.

"İyi yaşayın!" diye mırıldandım, ancak sonra kaşlarımı çattım, "Siz ne ara uyandınız?"

"Siz uyanmadan birkaç saat evvel," diye yanıtladınız beni.

Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı, "Hay aksi! Neden uyandığınızı söylemiyorsunuz? Acıkmışsınızdır eminim ki... dün de bir şey yemediniz."

Başınızı hafifçe bana çevirdiniz ve çenenizi göğsüme yasladınız. Uzamış sakallarınızı ve bıyıklarınızı izledim. İçim bir hoş olurken yutkundum. Gözlerinizi yumdunuz ve dudaklarınızı araladınız, "Eğer uyandığımı belli etseydim..." dediniz hala boğuk çıkan sesinizle, gözlerinizi araladınız, "Giderdiniz. Ve ben, bir anımı bile sizsiz geçirmek istemiyorum."

Gülümsedim ve avcumla yanağınızı kavradım, "Ne olur bu kadar harap etmeyin kendinizi... Söz veriyorum, ben... biz dolu dolu yaşamadan hayatımızı... hiçbir yere gitmeyeceğim. Size söz veriyorum."

Gözlerinizi yumdunuz ve kollarınızı sıkılaştırdınız, "Hem..." dedim, "Hem siz 'kalın' dersiniz de ben hiç gider miyim?"

Yanağınızı yeniden göğsüme yaslayıp bana sarıldınız, ben de size sarıldım. Keşke birini yanınızda tutmak işte bu kadar kolay olsaydı... zira size sonsuza dek işte böyle sarılabilirdim.

"Düşündüm ki..." diye mırıldandınız, "Hemen yarın, gidebiliriz."

Saçlarınızı okşamaya devam ettim, "Nereye?"

"İstanbul'a."

Yüzünüzü bana çevirdiniz, "Siz nasıl isterseniz tabi... Ama babanızı özlediğinizi biliyorum."

Ensenizdeki parmaklarımı yanaklarınıza doğru kaydırdım, "Ama... sizin işleriniz var. Nasıl hemen yarın gideceğiz ki? Hiçbir hazırlık da yapmadık. Lüzumsuz yere telaşe yapmamıza hiç gerek yok. Vakt..." vaktimiz var, diyecektim. Ama yoktu.

Yutkundunuz, "Yarın," diye fısıldadınız, "Uçak biletini hemen bugün alırız. En erken saat kaçtaysa... o saatte. Birkaç parça kıyafet, bir fotoğraf makinesi... bunları da aldık mı yanımıza. Sanıyorum yapacak başka bir şey kalmıyor."

englishman | harry stylesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin