*~*~*~*~*
04.01.1971
Sevgili İngiliz Beyefendisi,
Mektubuma güzel bir gün ve akşam geçirdiğinizi umarak başlamak isterim. Merak edip etmediğinizi bilemiyorum, ancak söylemeliyim ki ben günlerdir hiç gülümsemediğim kadar çok gülümsüyordum.
Zira, zihnim günlerdir sizinle doluydu.
Ve dün gece... İlk kez sesinizi işitmiş, ilk kez gözlerinizin içine bakmıştım. Bana ilk kez gülümsemiş, ilk kez benimle konuşmuştunuz. Kumaş parçalarının üstünden de olsa ilk defa size dokunmuştu parmaklarım. Belli belirsiz de olsa teninizin ısınızı duymuştum parmaklarımın ucunda. Tüm gece bunlar zihnimde dönüp durmuştu, gözlerimi kapatamamıştım.
Uyuyamadığım gecenin ardından erkenden kendimi sokağa attım. Etrafımdaki her şeye gülümsüyordum. Uçan böceklere, bulutların arasından göz kırpan güneşe ve ağaçlara... hepsine gülümsedim ve adeta süzülerek kütüphaneye gittim.
Kütüphaneye vardığımda dudaklarım çoktan kendiliğinden kıvrılmıştı, daha da genişçe gülümsedim. Hayır... sizi orada görmedim. Ama sizi dün en son burada görmüştüm. Gülümsemek için yeterince büyük bir sebepti benim için. Hatta öyle ki büyük kütüphanenin eski kepenklerini açarken kahkahalar atıyordum.
Her zamanki işlerimden olan toz almayla güne başladım. Ve her zamanki gibi... Shakespeare'in kitaplarının olduğu raflardan başladım. Siz de Shakespeare sever misiniz? Ah, İstanbul'da pek methedilmişti eserleri, birkaçını okuma fırsatını da bulmuştum ancak okuduğum hiçbir çeviri aslının yanından dahi geçememişti.
Her pazartesi olduğu gibi kütüphane doluydu. Kitapların arasında dolaşmaktan yorgun düşmüştüm ancak bunu seviyordum. Siz, bunu asla bilemeyeceksiniz. Öyle değil mi, İngiliz Beyefendisi?
İşte tam olarak böyle düşünmüştüm ki kapının açıldığını işittim. Hayır, kapının ucunda bir zil yoktu. Ufacık bir gıcırtıydı tüm işittiğim. Ama ben yine de kapıya döndüm ve sizi gördüm.
Etrafıma bakındım lakin benden başka sizinle ilgilenecek biri yoktu. Burayı ben kapatıyordum ve saat çoktan geç olmuştu.
Yavaşça size doğru yürüdüm. Ah, Tanrım... Yakından daha güzeldiniz. Uzaktan kesinlikle etkileyiciydiniz, hoştunuz. Ama yakından bakınca size... Açık yeşil gözlerinizin içine bakınca, vişne rengindeki dudaklarınızı görünce, sert ve kemikli çenenize kütüphanenin loş ışığı vurunca... Siz çok güzeldiniz.
İşte o an emin oldum, siz Tanrı'nın var olduğunun kanıtıydınız. Bizzat siz, sevgili İngiliz Beyefendisi. Zira bu yüz, bu gözler, bu dudaklar, bu çene, bu saçlar... Siz, bir insanın zihninden çıkamazdınız, ya da bir rastlantı sonucu var olamazdınız. Sizi ancak bir Tanrı yaratmış olabilirdi.
Size adım atar atmaz beni fark etmiş ve gülümsemiştiniz. Tanrım! Siz, bana gülümsemiştiniz. İçimden Tanrı'ya teşekkür ediyordum. Siz bana gülümsemiştiniz! Yine!
Ben de gülümsedim size yaklaşırken. Sevgili İngiliz beyefendisi, neden hala üzerinizde ince keçe bir kaban var, bilmiyorum. Boynunuzdaki bu atkı ne yeterince kalın ne de sizi ısıtmaya yeter.
Holmes Chapel'da kışlar soğuk geçer efendim, unutmayın. Tanrı şahidim, bu yüzden o an size sarılıp sizi ısıtmamak için kendimi zor tuttum.
"Bu saatte rahatsız ettiğim için kusura bakmayın, hanımefendi," diye mırıldandınız. Tıpkı dün gece olduğu gibi... Bu sesinizi ilk duyduğum anı anımsattı bana.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
englishman | harry styles
FanfictionSevgili İngiliz Beyefendisi, daha adınızı bile bilmiyorum lakin özrümü kabul edin. Başta size karşı bu duyguları beslediğim, sonra da sizden bunu hep gizleyeceğim için...