Aynı anda bırakmıştık İzel ile kalemlerimizi, son sınavı geride bırakmak üzere kalkmıştık yerimizden ve asistanın yanına ilerliyorduk. Gülecektik, şimdilik tutuyorduk kendimizi ama gülmemiz an meselesiydi. Kağıtlarımızı aynı anda hocaya uzattıktan sonra İzel dudaklarına dokunarak başını eğdi. Dışarı çıktığımız an ise zıplamaya başlamıştı çatlak ve kendi tuhaf görüntüsü yetmezmiş gibi kollarımdan çekiştirerek beni de bu görüntüye ortak etti.
"Bitti! Bitti Aliko! Hem de süper bitti!"
"Kollarım çıktı!"
"Ulan nasıl da hepsini yanıtladım be! Kesin geçtim kesin!"
Direnmeyi kesip kendimi tamamen hırçın ellerine bıraktım. Hamur yoğurur gibi sağa sola itelediği bedenime ne olacağına aldırmıyordum artık ve sırıtarak etrafı kollamaya başladım.
Bir anda zıplamaktan vazgeçti. Elimden yakaladığı gibi koşmaya başladı ve tabii bu hızlı adımlara ayak uydurmuş, ben de koşuyordum peşinden. Kendimizi dışarı attığımızda çantasını yere bıraktı. Elimi daha sıkı kavramıştı ve kim var kim yok önemsemeden horon tepmeye başladı. Çok sürmeden birileri gelmişlerdi yanımıza. İçlerinden biri müziksiz oldukça garip görünen halimize acımıştı herhalde, kemençenin gür çıktığı bir şarkı açtı ve İzel'in diğer yanına geçti.
Hiçbir şekilde beceremediğim bir şeydi horon tepmek, bu yüzden hızlı biçimde oluşan çemberin en uyumsuz üyesiydim. Fakat İzel için önemi yoktu, elimi kesinlikle bırakmıyordu ve katılmayı düşünmeğim kutlamanın farklı bir boyutunu başlatmıştı.
Gittikçe büyüyordu çember. Tanımadığımız insanlar da İzel'in başlatmış olduğu horona koşuyorlardı ve herkesin yüzünde içten bir gülümseme vardı. Hem şaşkın hem de kahkaha atıyordum. En sonunda beceremiyor muyum acaba diye düşünmeden oynamaya başlamıştım ama birileri titreyince afallamadan edemedim. Korkmuştum. Delicesine titriyorlardı ama yüzlerinde hâlâ kocaman bir gülümseme hakimdi.
"İzel!? İzel dur şunlar fenalaştılar herhalde"
"Ya manyak kemençede titretirsin bedenini, gülüyorlar kör müsün? Oh oh! Döktürün gençler!"
Alıştığımı ya da anladığımı söyleyemezdim. Bedenlerini tuhaf biçimde titreyen gençlerin aldıkları keyfi anlamaya uğraşıyordum, bu yüzden de daha beter tökezlemeye başlamıştım ama sol tarafımda uzman(!) bir kişilik olduğu için göze batmıyordum.
Birileri daha gelmişlerdi şimdi. İçlerinden uzunca olanı bağıra çağıra İzel'in yanına geçmişti ve herkese belli şeyler söyleyerek sanırım hormonu yönetmeye başladı.
"N'oluyor lan!" bu seslenen de Kerem'di. Anında tutmuştu sağ elimi ve kahkaha atarak adımlarımıza ayak uydurmaya çalıştı.
"Ay! Ay yeter İzel bırak beni yoruldum!"
"Vuuu bundan bir şey olmaz! Git, tembel"
Nihayet çemberden kurtulduğumda Damla ve Aytekin'in geldiklerini gördüm. Damla yaşadığı bütün stres dolu günlerini horon teperek unutmayı istemişti herhalde, bir saniye olsun beklemedi İzel'in yanına geçmek için. Aytekin ise kahkaha atarak benim yanıma gelmişti ve kolunu omzuma atıp, "Sen gelmiyorsun madem kutlamayı sana getirmiş manyak laz" diye alay etti.
"Yani illa dediği oldu işte... Manyak gerçekten"
"Sanırsın üç gün önce ailesiyle gitmedi horon tepmeye"
"Deli bu deli.."
Bilerek mi yapmışlardı bilmiyorum ama İzel'in aşığım dediği o adamın sesi yankılanmaya başlamıştı. Ekin Uzunlar'ı duyunca iyice kendinden geçmişti tabii bizimki ve zaten enerjisi yüksek olan kalabalığı iyice çıldırtmaya başladı. Ah yok, bu şarkı öyle horon tepilecek bir şarkı değildi. İzel, çemberin ortasına geçmişti sadece ve şarkıya bağıra çağıra eşlik ediyor, insanlara bir anda sıra gecesine gitmişler gibi muamele yapıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALACA
General FictionÇok fazla sır biriktirmiştim içimde. Bazı zamanlar güvendiğim renklere fısıldamak istemiştim onları fakat haykırmak varken neden fısıldayayım ki? Ortak edeceğim, herkes kıyısından köşesinden geçecek hikayelerimin, sustuklarıma herkesi şahit edeceğim...