Bütün geceyi çizim yaparak geçirince gözlerimden isyanlar eşliğinde uyku akıyordu ama dersin en önemli yerinde, hele bir de Sezgi hoca gibi ruhsuz bir adam duruyorsa karşımda uyumak imkansızdı. Odaklanma konusunda sıkıntıları olduğunu düşündüğüm papatyanın temsilcisi gibiydim. Bir türlü ne anlatıldığına odaklanamıyordum. Sürekli olarak gözlerimi açık tutmaya uğraşıyordum ve tek bir noktaya bakmak müthiş derecede zor geliyordu. Nihayet beklediğim sözcükler kulaklarıma değdiğinde bir saniye kaybetmeden başımı eğdim ve sıraya yaslayarak gözlerimi kapattım.
Sol kulağıma doğru, "Bütün gece mesajlaştınız mı kız?" diye fısıldadı İzel.
Bütün yorgunluğuma rağmen gülümsemiştim bu soruya ve başımı kaldırmadan İzel'e çevirdim. Hâlâ gülüyordum ama yanıt vermedim. Bu sözcüklerin gerçek olmasını çok istiyor da olsam öyle bir şey yoktu. Papatya kişisi erken uyumuş, bana kalan ise oturup saatlerce o sarı suratını çizmek olmuştu.
"Gözlere bak nasıl parlıyor" bunu söylerken benim gibi eğmişti başını İzel, şimdi o da kolunun üzerine yaslamıştı başını ve "Seni böyle gördükçe aşık olasım geliyor" diye ekledi.
"Konuşmadık ki... Yani mesajlaşmadık"
"Niye gülüyorsun böyle o zaman?"
"Hiç.. Bilmem. İçimden geliyor."
"Allah Allah. Ya şapşal mısın sen?"
Biraz daha fazla gülümsediğimde o da sırıtmaya başlamıştı ve doğrulup ellerini yüzüme uzattı. Her yanımı sıkınca kaçmayı başaramadığım uykumu da hiç etmişti bu şekilde ve iki otuz iki diş toparlanmış bahçeye ilerliyorduk şimdi. Damla yoktu bugün. Kerem de kamerada çıkan sorun yüzünden satın aldığı kişiyle görüşmeye gitmişti. Aytekin ise geç geleceğini söylemişti ve İzel'le baş başa kalmıştık.
Odaklanma işini toparlayabildiğimi söyleyemezdim ama İzel'in tuhaf bir ifadesi beliriyordu yüzünde ve bu bir şekilde gözüme çarpıp duruyordu. Normal şartlarda içinde bir şey tutamayan insanların bir şeyleri gizlemeye çalışmaları kolaylıkla görülebilirdi, İzel de bu insanlardan biriydi ve beliren tuhaf ifadesi onu ele veriyordu.
Okulun diğer binasındaki küçük kafesine geçtiğimizde kahvelerimizi sipariş verdikten sonra masalardan birine yerleştik. Kahvemi içene kadar sabretmeyi plânlamıştım ama plânıma sadık kalamayarak, "Ne karın ağrın var senin?" diye sordum.
Anında bıraktı telefonunu ve "Yoo.. Yok bir karın ağrım" dedi.
"Ya İzel... Söyle işte, belli oluyor. Bir şey var yani?"
"Karın ağrım yok"
"Mecazi anlamda söyledim onu.."
Gözlerimi devirdiğimde yine o tuhaf ifadesiyle bakmıştı ve gülümseyerek yanımdaki sandalyeye geldi.
Utana sıkıla telefonuna uzandıktan sonra, "Yani abartılacak bir şey yok bence" dedi ve ekranı açıp telefonu önüme bıraktı.
Mesajlar vardı önümde ve bu mesajlar Eren isimli birine aitti. Önce idrak edemediğim için herhangi bir tepki vermeden bakmıştım ekrana, yazılmış normal mesajları okuyordum ama anlamadığımı fark edince mesajları kapatıp mesaj atan kişinin fotoğraflarını görmemi sağladı.
"Bu şey.. Eren!"
"Aynen.."
"Oha!? Ne alaka?"
"Bilmem.. Yani öyle nasılsın falan yazdı işte okuduğun gibi. Ben de cevap verdim. Sonra biraz daha konuştuk. Güldük eğlendik falan hani ben bir anlam yüklemedim açıkçası. Ama bu sabah da günaydın yazdı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALACA
Ficción GeneralÇok fazla sır biriktirmiştim içimde. Bazı zamanlar güvendiğim renklere fısıldamak istemiştim onları fakat haykırmak varken neden fısıldayayım ki? Ortak edeceğim, herkes kıyısından köşesinden geçecek hikayelerimin, sustuklarıma herkesi şahit edeceğim...