"Onu öptüğün için, lafımı dinlemediğin için her gün ölmeyi isteyeceksin. Söz veriyorum sana Akın Çervatoğlu! Bu akşamı unutma!"
"Tutun tutun! Bırakmayın sakın!"
En son net biçimde duyabildiğim sözcükler bunlardı. Sonrasında kaç kişi birden Akın'ın kollarından ve belinden yakalayıp içeriye doğru çekiştirmeye başlamışlardı sayamıyordum. Şimdi bir tek ben kalmışım gibiydi cehennemin ortasında. Neredeyse başarmak üzereydiler, Akın'ı salona sokmalarına çok az kalmıştı ama Kağan buradaydı. Ağzı yüzü ne kadar dağılmış hiç umrunda değildi, bağırıp çağırıyordu ve söylediği her kelime canımın acısını arttırıyordu. İğrenç şeyler söyledikçe Kağan, Akın'ın sesi de daha güçlü çıkıyordu. Belki bana söylemiyordu Akın bu sözleri ama onun da sesi çirkin şeyleri temsil ediyordu.
Gözümün içine bakarak habire tehditler savuran Kağan'ın çıkarttığı ikinci silahı görünce Osman hemen aramıza girmişti ve silahı arabanın arka koltuğuna doğru salladı. Elleri boş kalmış olan Kağan için sakinleşmek diye bir şey yoktu sanki, şöyle bir etrafına bakınmıştı hızlı biçimde ve ellerinde kalan boşluğu zangır zangır titreyen kollarımla doldurmak istedi.
"Sen!" dedi gözlerimi kısmama neden olacak yükseklikte. İyice sıkmaya başlamıştı kollarımı ve "Sen arabalarda yiyişecek kadar mı yoldan çıktın Alaca!?" diye tamamladı zehir etkisine sahip sözlerini ama zehirden beter bir şey daha yapmıştı şimdi; elini kaldırdığı gibi sol yanağımın üzerine indirdi.
Neye uğradığımı şaşırmış durumdaydım. Yüzümdeki acıya mı yanacaktım en çok, yoksa duyduğum birbirinden iğrenç sözlere mi yanacaktım bilmiyordum. Ama Akın biliyordu herhalde. Nasıl başarmışsa kurtulmuştu onu tutan ellerden, küfürden başka bir şey söylemeyen sesi de yoktu bu defa ve aniden önüme dikilmişti. Tüm bunlar kesinlikle birkaç saniye içerisinde oluyordu. Sırtı bana dönüktü. Kağan'ın yüzünü tutmuştu ve birkaç defa kafasını indirdikten sonra diğerlerinin araya girmesine engel olup, Kağan'ın başını arabaya doğru çarpmaya başladı.
Çok sessizdi. Küfür etmesinden nefret ediyorken etmesini isteyeceğim kadar sessizdi Akın ve bu hali az evvel küfürler savuran halinden iki kat daha ürkütücüydü.
Kaç defa arabaya çarpmıştı Kağan'ın kafasını bilmiyorum ama tutmuşlardı nihayet. Geri çekmeyi başardıklarında da konuşmadı. Şuurunu kaybetmek üzere olan Kağan'ın iniltileri vardı şimdi, çok geçmeden de Osman'ın sesi değdi kulaklarıma ve omzuma dokunarak "Alaca arabaya bin hadi, çabuk" diye seslendi.
Kağan'ı kaldırmaya uğraşıyordu bana seslenirken. Çok korktuğu her halinden belli oluyordu kesinlikle ve gözleri sürekli olarak Akın'ı çektikleri tarafa yükseliyordu. Acele bir şekilde Kağan'ı arabaya bindirmeyi başardıktan sonra beni de alacaktı ama Nil dikilmişti karşısına ve "Hiçbir yere gelmiyor Alaca!" diye bağırdı.
Onlar tartışırlarken tek kelime etmeden çömelmiştim ve yanağıma dokundum. Nasıl hissetmem gerekirdi emin değilim ama berbat biri olduğumu hissediyordum. Duyduğum bütün o hareketleri hak etmişim gibi... Ucuz, basit ve zavallı hissediyordum.
"Ya kurban olayım çekil, Alaca olmadan eve dönersem yaşatmazlar beni"
"Yaşamayın ya! Az önce kıza nasıl vurdu o hayvan kör müsün! Onunla beraber hiçbir yere gidemez bu kız!"
"Bak anlıyorum ama vallahi olmaz, Alaca olmadan dönemem. Alaca? Sen biliyorsun, ne olur gel. Hadi kurban olayım gidelim buradan."
Bulut gelmişti şimdi koşar adımlarla. Nil'e içeri girmesini söylemişti ama Nil duymazdan gelerek yanıma çömelip ellerimi tutarak korkmamamı, yanımda olacağını fısıldadı. Bu sırada Osman da Bulut'a yalvarmaya başlamıştı benim de arabaya binmem gerektiği konusunda. Daha sakindi herhalde Bulut, ya da Osman'ın konuşmaya değer olduğunu düşünmüştü ve bağırmak yerine güzel bir dille Kağan'ın olduğu arabaya binemeyeceğimden bahsetti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALACA
General FictionÇok fazla sır biriktirmiştim içimde. Bazı zamanlar güvendiğim renklere fısıldamak istemiştim onları fakat haykırmak varken neden fısıldayayım ki? Ortak edeceğim, herkes kıyısından köşesinden geçecek hikayelerimin, sustuklarıma herkesi şahit edeceğim...