Ders sonrası kızlarımla beraber seyretmemiz gereken filmleri listelemiştik ve Kerem'in gelmesini bekliyorduk. Evi en yakın olan Kerem'di, evden dizüstü bilgisayar getirecekti ve okulun sessiz bir köşesinde filmleri seyretmeye başlayacaktık. Aslında kötü bir haber almış değildim ama gülümsemekte zorlanıyordum. Aytekin çalışmaya başlamıştı. Ailesi şehir dışında yaşıyordu, kaldığı evin kirası artmış üstüne bir de okulumuz ekipmanları geri çekince her şeyi kendi kendimize yapmak zorunda kalmıştık ve bu durum yüzünden Aytekin yarı zamanlı bir işe başlamıştı. Kerem de iş bakıyordu. Alanımızla alakalı bir işe girmiş olsalardı belki teselli olurdu ama hayat şartları bazen sevimsiz olabiliyordu maalesef.
İç çekerek Halil Ulutan, yani dekanımızın son paylaşımına baktım. Eşi ile birlikte olduğu fotoğraf, bilmeyenlere aşkı haykırıyor olsa da bilenlere hafif bir mide bulantısı veriyordu. Zavallı Pınar Hoca, yanında kocaman bir sahtekar vardı ve bunu bilmiyordu. Kim bilir, belki de o sahtekar için bilmediğimiz fedakarlıklarla doluydu hayatı. Belki de ertelediği hayalleri vardı... Bunların karşılığında ise kızı yaşında birisi ile yatıp kalkan bir kocası vardı. Tahammül etmekte zorlanınca fotoğrafı kapatıp başımı kaldırdım ve gökyüzüne uzun bir bakış attım. Gökyüzünün bu mavisi, derin bakışlı birini hatırlatınca tebessüm yerleşmişti dudaklarımın ortasına ve kalbimde garip bir titretme hissetmiştim.
"Daldın gittin Alikom?" diye seslenince İzel, tebessümümü gizlemeden eğdim başımı ve "Neden filmlerdeki gibi olmuyor bazı şeyler?" dedim.
"Ne gibi mesela?" dedi Damla.
"Mesela aşk gibi... Filmlerde her şey aşık olan insanların etrafında dönüp duruyor. Sanki onlar birleşsin diye ince ince işleniyor olaylar, en sonunda da mutlu oluyorlar."
"Mutsuz biten bin ayrı aşk filmi sayarım yalnız?"
İzel'in sözlerine gözlerini devirerek gülümsemişti Damla ve "Film işte, ana mesele aşk olduğu için öyle oluyor ama hayatta ana mesele aşk olmuyor, bir sürü şey daha var aşktan başka" dedi.
"Öyle tabii. Normal olan da o ama ne bileyim. Niye kolay değil ki? İki insan birbirini seviyorsa eğer neden bunu söylemezler? Niye beklerler, çok mu vaktimiz var?"
"Belki doğru zamanda değillerdir?"
"Nereden biliyorlar ki doğru zamanı?"
"Bilemezler ama hissedebilirler."
İzel araya girmişti aniden, "Ya da yeterince sevmemişlerdir, içlerine sığdırabildikleri için dışarı haykırmaya sıra gelmemiştir?"
Damla bir an gözlerini kısarak bakmıştı İzel'in yüzüne ve "Bazen çok mantıklı konuşuyorsun ve neden bu şekilde devam edemiyorsun diye çok merak ediyorum" diye alay etti.
"Çünkü siz çok düşünüyorsunuz. Her zaman bu kadar düşünecek olsam depresyona girerim ben. Biraz akışına bırakmak lazım"
Onlar tatlı tatlı tartışmaya başlayınca gözlerimi yeniden gökyüzüne kaldırmıştım. Öyle miydi sahiden? İçine sığıyor, o yüzden mi dışarı dökülmüyorlardı düşünceleri? Ya da doğru zaman gerçekten var mıydı? Kağan bana o sözcükleri söylerken doğru zamanda olduğunu mu düşünmüştü yani? Ben neden aynı şekilde hissetmiyordum ki? Kağan'ın sözleri kanımı dondurmuştu hatta, hiç duymamış olmayı diliyordum her hatırladığımda.
Belki de kendi meselemin Kağan'ı olmaya başlıyordum, kim bilir. Bana göre tamamen doğru olan zaman, ak sakal için öyle olmayabilirdi. Koca bir Alaca çizmiş olması onu aşıklar güruhuna eklemem için gerçek bir neden değildir belki de. Hesap vermek için uğraşmış olması da benzerdi. Bazı insanlar başkalarının zihinlerinde yanlış tanımların yanında durmayı sevmezlerdi. İlla da oldukları gibi bilinmek isterlerdi, bu yüzden de her hareketlerini açıklama ihtiyacı hissederlerdi. Belki de Akın o insanlardan biriydi ve ben aramızdaki şeyi ısrarla farklı köşelere çekmeye uğraşıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALACA
General FictionÇok fazla sır biriktirmiştim içimde. Bazı zamanlar güvendiğim renklere fısıldamak istemiştim onları fakat haykırmak varken neden fısıldayayım ki? Ortak edeceğim, herkes kıyısından köşesinden geçecek hikayelerimin, sustuklarıma herkesi şahit edeceğim...