Parmaklarımı dudağımın üzerinde tutarak arabanın arka koltuğunda oturmuş en kötüsünü düşünmekten kendimi kurtarmaya çalışıyordum. Aptal menfaatler ve anlamsız hırslara kurban gitmiş bir mutluluğun hayatta kalan tarafı olmayı kabul etmek istemiyordum. O iyi fısıltısı ile kıpırdıyordu dudaklarım fakat ne kadar inanmak istemiyorsam o kadar fazla saldırıyordu kötü düşünceler. Ön koltukta oturan ağabeyim arkaya baktığında saklayamadığı çaresizliğinin içinden tebessümle kıvrılmıştı dudağının kenarı ve uzanıp dizime dokundu. Diğer elinde telefonu vardı, durmadan Akın'ı arıyordu ama bir türlü o güzel sesiyle içime yerleşen karanlık bulutları dağıtmıyordu.
Şoför koltuğunda Osman vardı. Aldığım fotoğrafa benzer bir yer bildiğini söylediği için o yöne doğru ilerliyorduk. Fakat bir belirsizliğin yolunda olduğumuzun hepimiz farkındaydık.
Ağabeyim öfkeyle indirdi telefonunu. Söylene söylene camı açarken derin bir of çekmişti ve yüzünü soğuk rüzgâra doğru çıkarttı. Uğur ağabey ve diğerleri ile de iletişime geçmiştik yola koyulmadan önce. Aniden evden çıkan Akın'dan kimsenin haberi olmaması iyice korkmamıza neden oluyordu. Bütün korumalardan kaçması nedendi anlayamıyorduk. Daha doğrusu onlar anlayamıyorlardı ama benim aklıma gelen tek ve şüphe içermeyen bir düşünce vardı. Kimseyi karıştırmıyordu geçmişinin peşine düşenlerle olan savaşına ve ne yapacaksa tek başına yapmaya karar vermişti.
Bu düşünceye daha çok inandığımda gözlerimi sıkıca kapatıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Yanaklarıma düşen yaşlarımı önemsemeden başımı cama yasladım ve yıldızları hatırlaması için fısıltılarla dua etmeye başladım. Engel olamadığım bir inilti dudaklarımdan fırlayınca ağabeyim tekrardan arkasına döndü ve "Güzelim yapma böyle" sözleri ile dizimi daha güçlü şekilde kavradı.
"Küçük çocuğu söylemem gerekiyordu. Size... Hepinize haber vermem gerekiyordu"
"Bilemezdin ki güzelim benim. Kendini suçlama. Hem belki de Akın kafası atmıştır öyle çıkıp gitmiştir bir yere ama iyidir yani, bilmiyoruz henüz kötü şeyler getirme aklına. Oyun oynuyor da olabilir bu şerefsizler, belki de fotoğraf göndermişlerdir ama bir şey yapacaklarından değildir"
İnanmakla boğuşmadan dışarıya baktım. Bu sırada arabanın hızı yavaşlayınca Osman'ın bahsettiği yere yaklaştığımızı anladım ve daha dik biçimde oturarak etrafı dikkatle incelemeye başladım. Eski bir fabrikanın önüne geldiğimizde ağabeyim vakit kaybetmeden arabadan indi. Beklemeden ben de inmiştim ama fabrikanın etrafındaki seslerin tamamı bize aitti. Osman ile ağabeyim Akın'a seslenerek içeriyi kontrol etmişlerdi çoktan, ben de sağa sola bakınarak iyice ağlamaya başlamıştım ama yok, hissedebiliyordum, buralarda papatyama ait bir şey yoktu.
Koşarak arabanın önüne gelen ağabeyim, Osman'a arabaya binmesini söylerken elimden tutmuştu ve "Babasını astıkları yere gitmemiz gerekiyor bence Alaca" dedi.
Elimden çekerek arka koltuğa oturmamı sağladı acele ile, bir taraftan da Lokman Çervatoğlu ismini yazarak internetten olayın yaşandığı yeri bulmaya uğraşıyordu. Yeniden yola koyulmamızın üzerinden yalnızca on dakika gibi bir süre sonra ağabeyimin telefonu çalmaya başladı.
Açmadan önce, "Bulut" diye açıkladı ve hoparlöre vererek "Söyle Bulut?" diye yanıtladı.
"Sencer abi Akın iyi merak etmeyin"
"Nerede!? Nerede iyi mi gerçekten!?"
Aniden atılıp telefonu elime almıştım bunları sorarken ve "Bulut söyler misin neredesiniz gelelim hemen!" diye ekledim.
"Sahilde. Yani Akın tek başına. Sadece ben varım burda. Yaklaşmadım yanına daha, ama etrafta kimse yok, tek başına oturuyor"
"Tamam! Tamam sen konum at biz hemen geliyoruz"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALACA
General FictionÇok fazla sır biriktirmiştim içimde. Bazı zamanlar güvendiğim renklere fısıldamak istemiştim onları fakat haykırmak varken neden fısıldayayım ki? Ortak edeceğim, herkes kıyısından köşesinden geçecek hikayelerimin, sustuklarıma herkesi şahit edeceğim...