Elimde işime yarayacağından zerrece şüphe etmediğim notlarımla yüzüme kapatılan kapının önünde bekliyordum. Aytekin de buradaydı, en az benim kadar hareketsizdi ve kapıya bakıyorduk. Onca zaman uğraşıp kafa patlattığımız projenin konusu değişmişti. Özge hocayla yaşamı haykıracakken projeyi Sezgi hoca almıştı ki bu yaşamdan oldukça uzak bir haykırışa dönüş yapmamız gerektiği anlamına geliyordu. Çünkü ruhsuz işlerin adamıydı Sezgi hoca. Farklı olmayı sevdiğinden değil ama bu adamın gözleri soluk olanı istiyordu. Rengarenk bir hikayeyi yazmak ve oynamak kolaymış, önemli olan minimum hareketle birbirinden farklı ruhu aynı yerde toplamakmış.
"Gözyaşı evrenseldir demek istiyor belki?" dedi Aytekin. Hâlâ kapıya bakıyordu bunu söylediğinde ve hareket etmemişti.
"Kahkaha yöresel mi Aytek? Burası mı kahkaha atıyor sırf?"
"Güldürmek daha zor değil mi zaten? Benim kafam çok karıştı"
"Ruh hastası ya! Otur şimdi nerede ne kadar sıkıcı bir film var seyret!"
Çemkirdikten hemen sonra hareket kabiliyetim de geri gelmişti ve merdivenlere doğru ilerlemeye başladım. Her basamakta daha yaratıcı bir küfürle Sezgi hocanın kulaklarını çınlatırken uyandığımdan beridir bir mesaj görmeyi arzulayan gözlerimi telefonuma eğmeyi de ihmal etmiyordum. Telefonu elinden bırakmayan ve durmadan mesajlaşan o insanlardan olmak istemiyordum ama bir yanım istiyordu herhalde, hatta çok istiyordu.
Acaba aşık olmak beni hastalıklı biri mi yapıyordu yahu? Böyle bir köşeye geçeyim mesela, sonra o köşede oturayım ve bütün bir gün sarı suratını izleyeyim, konuşurken yüzünde beliren mimikleri ezberleyeyim falan istiyordum. Bir yandan da söylediği şu müdahale meselesine takılıp kalıyordum aslında. Kendine zarar vermesin diye uğraştığım şeylerden sıkılıyor mu, daha açıkça konuşmamış olmamıza rağmen fazla mı sahipleniyorum diye sorup duruyordum kendime.
Sezgi hocaya söverek indiğim basamakların yarısında susup sarı suratlıyı düşünmeye başladığım için Aytekin merak etmişti sessizliğimin nedenini ve bahçeye çıktığımız gibi omzuma dokunup "N'oldu, söverken iyi de susunca bi tırstım" dedi. Omuz silkerek bahçenin ötesindeki masalara ilerleyecektim ama İzel'i görünce durdum. Tuhaf görünüyordu. Çok hızlıydı adımları ve iyice yaklaştıktan sonra nefes nefese bir şekilde "Aliko" diye mırıldanmayı denedi.
"Abi kesin yine bi boklar oldu, söyle hadi hazırız, diğer proje de mi iptal?" dedi Aytekin.
Merakla tuttum kollarından, oturmasını sağlayacaktım sakinleşsin diye ama oturmayacağını belirtmişti başını sallayarak ve "Derya ablayı gördüm" dedi.
Ellerini tutmaya devam edememiştim. Gözlerim anında okulun çıkış kapısına dönmüştü ve "Ne? Bir şey mi oldu söyle?" diye karşılık verdim.
"Çok fena ağlıyordu. İnsanlar falan.. Ay çok koştum. Konuşamıyorum. İnsanlar vardı etrafında, taksiye bindirdiler.. Aliko, oğlum diye ağlıyordu kadın, başka oğlu vardı değil mi? Akın'dan bahsetmiyordu?"
Sahipsiz kalan bakışlarımı ne yana çevirsem de göğsümün orta yerine düşen sancıdan kurtulamamıştım. Aytekin anında tutmuştu ellerimden. Bir şey yok, korkma diye mırıldanıyordum yürümeme yardımcı olurken ama bu söylediklerine kendisi ne kadar inanıyordu emin değilim. Sol tarafıma da İzel geçmişti şimdi. Hızlıca dışarı çıktığımızda taksi durağına geçmiştik. Aytekin hemen durumu anlatıp Derya ablayı nereye götürdüler diye sordu. Bu sırada İzel ellerimi ovuşturuyordu ve "Kötü düşünmeyelim..." diye fısıldadı.
Kötü değilse neden ağlıyordu?
Gözlerimi sıkıca kapattım. Ağlamamak için kendimi sıkıyordum ama vücudum bu yaptığımdan memnun değildi, gözyaşlarımı serbest bırakmıyorum diye tuhaf tepkimelere girmişti ve bir anda titremeye başlamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALACA
General FictionÇok fazla sır biriktirmiştim içimde. Bazı zamanlar güvendiğim renklere fısıldamak istemiştim onları fakat haykırmak varken neden fısıldayayım ki? Ortak edeceğim, herkes kıyısından köşesinden geçecek hikayelerimin, sustuklarıma herkesi şahit edeceğim...