Önemli bir sınav sonrası arkadaşlarımı beklerken kulağımda beni derin mi derin düşüncelere sürükleyen şarkımı dinliyordum. Acaba insanların göremedikleri bir tür çekim mekanizması mı vardı üzerlerinde? Kaderleri birbirine benzeyenleri bir araya getiriyordu belki de bu görünmeyen mekanizma ama aynı eksikliği tadarak büyümüş insanlar birbirlerine nasıl şifa olabilirlerdi ki. Kendi yarasını saramamış kişiler başkasının yaralarını sarmayı nereden bileceklerdi? Belki de kendinde duran düşünceleri başkalarında çalışır hale geliyordu ama garip bir şeydi bu, insan önce kendini sarmak istemez miydi..
Aslında düşündüğüm yaranın sahibi ak sakaldı. Ne zaman konuşurduk o yarayı bilemiyordum ama sabırsızlanan bir tarafım vardı kesinlikle. Ne yapacağımı bilmediğim halde babasından bahsetmesini, o anı paylaşıp kimse sarılmadıysa sıkıca sarılarak yalnız kaldığı köşesine ortak olmak istiyordum. Gülüyordum kendime. Hem nasıl gülmeyeyim ki? Bir yabancıyı iyice çekmiştim hayatımın içine ve onun bundan haberi bile yoktu.
Telefon numarası dahi yoktu, ne komik. Günlerimin belli dakikalarını ne yapıyor acaba diye düşünerek geçiriyordum ama arayıp soramayacak kadar uzağında duruyordum. Kendime yeniden güldüğüm sırada yanıma gelen ilk kişi Aytekin oldu. Hemen oturmuştu karşıma ve sorulan sorulara küfür ederek kahvemden bir yudum aldı. Küfürlerini haksız bulmuyordum. Hocamız, nasıl alakasız şeyler sorabilirim diye kafa patlatmıştı sanırım ve kitaplarda asla denk gelmediğimiz konuları bulup sormaktan çekinmemişti.
Çok geçmeden Damla da gelmişti yanımıza ama küfür etmek yerine sessiz olmayı tercih ediyordu saf suratlım. Aslında sağlam küfür ederdi Damla ama çok feci geçmişti herhalde sınavı, henüz şoktan çıkabilmiş değildi.
"Neyse çok küfür ettim. Günaha girdim o vicdansız yüzünden. Sen dekan meselesinde neye karar verdin Alaca?"
"Henüz bi karar veremedim. Akın, git oğluna söyle diyor ama oğlu çok sakin birine benzemiyor, kötü şeyler olur diye çekiniyorum"
"Böyle bir konunun güzel sonu olmaz ki bebeğim benim, illa kötü şeyler olacak yani"
Ne kadar kolay söylüyordu Aytekin bu sözleri, bir ailenin parçalanmasına sebep olmaktan bahsetmiyor da bambaşka önemsiz bir şeyden bahsediyordu sanki. Tamam, adam kendi elleriyle mahvetmiş olabilirdi zaten ailesini ama bunu gün yüzüne çıkararak işleri iyice geri dönülemez yerlere çekmek kolay bir şey değildi.
Nihayet sınav enkazından kurtulmuş olan Damla, "Neden en iyi bildiğimiz yolla yapmıyoruz ki?" dedi. Aytekin ile aynı anda merakla bakmıştık yüzüne ve tam olarak ne söylemek istediğini anlamaya çalışıyorduk. Anlamadık diye başını imalı şekilde salladı Damla, iyice yanımıza sokulmuştu konuşmadan önce ve yaklaşmamızı işaret ettikten sonra "Kısa film?" diye fısıldadı.
"Nasıl? Anlamadım?" dedi Aytekin. Gözlerini devirdiğinde Damla, ben de anlamadığımı belli etmiştim ve sabırla dudaklarını sıktıktan sonra enselerimizden tuttuğu gibi "Bu şerefsizi anlatan bir kısa film çekelim! Sonra bir konferans günü yayımlarız, ilk şüphe tohumunu da kucağına bırakmış oluruz?" dedi.
"Şüphelendiği gibi bizi okuldan şutlar! Bize sağlam bir şey lazım, yani kendimizi korumamız lazım önce Damla."
"Buyur Aytek o zaman, sen söyle bir şey benim aklıma bu geldi."
"Bence Akın'ın dediği doğru. Önce Pınar hoca ya da oğluna söyleyeceğiz. Sonra bu ahlaksızlığı kanıtlayacak şekilde bir plân yapıp insanların duymasını sağlayacağız."
İç çekerek araya girdim ve "Pınar hocanın gururunu da korumak istiyorum ben.." diye mırıldandım.
"Tamam o zaman Pınar hocanın yakalamasını sağlayalım?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALACA
General FictionÇok fazla sır biriktirmiştim içimde. Bazı zamanlar güvendiğim renklere fısıldamak istemiştim onları fakat haykırmak varken neden fısıldayayım ki? Ortak edeceğim, herkes kıyısından köşesinden geçecek hikayelerimin, sustuklarıma herkesi şahit edeceğim...