Gerçek miydi baktığım bu gözler, sahiden de dedem mi duruyordu karşımda? Onca emeğim bir anda çöp olup atılacak mıydı yani, yenilecek miydim? Yaklaşamıyordum. Ne açıklayacağımı değil, nasıl bir ceza alacağımın derdine düşmüştüm ve düştüğüm bu yer şimdiden nefessiz kalmama neden oluyordu. Önümden geçen insanları görmüyordu gözlerim. Yalnızca dedeme bakıyordum ve bekleyerek hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimi biliyordum. Derin bir nefes alarak çimlerin üzerinde kalan eşyalarıma baktım. Diğer öğrencilere göre basit notlardan ibaretti belki baktığım kağıtlar fakat benim için gelecek demekti, hayallerimin temeliydi. Fakat onları yanıma alamazdım. Dedemin hiddeti onlara değsin istememiştim ve titreyen adımlarımla tek başıma yürümeye başladım.
Yaklaştıkça nefes almakta iyice zorlanmaya başlıyordum. Durup geri dönmeyi çok istiyordum ama Ahmed Türkşad'ın bulamayacağı tek bir insan evladı yoktu bu memlekette, boşuna kaçmış olurdum.
Birkaç adım kalmıştı sadece, çatık kaşlarının altından bakan gözlerine daha yakındım ama aniden Aytekin ve birkaç arkadaşım belirdi etrafımda. Aytekin, dudaklarını kıpırdatmadan "Korkma" diye mırıldandı ve Damla'yı kolunun altına aldı. Damla da göz kırpmıştı aniden ve tutumlarındaki rahatlık bir şekilde üzerime çöken ağırlığı hafifletmişti.
Azıcık kalmış mesafeyi de geride bıraktıktan sonra en titrek sesimle "Dede?" diye mırıldandım.
Bana bakmıyordu. Sağımı ve solumu sarmış olan arkadaşlarıma bakıyordu, bu bakışları çok iyi tanıyordum. Onları süzüyordu ve kendince nasıl insanlar olduklarını anlamaya çalışıyordu.
"Merhaba dedeciğim!" diye atıldı Aytekin.
Gözlerim hem büyümüş hem de yamulmuşlardı ama ses etmedim. Kendine uzatılan ele de sert ifadesi ile bakmaya devam etmişti dedem, Aytekin'in ısrarla beklemesi üzerine dudaklarını sıkarak tuttu elini ve tam ağzını açmış bir şey söyleyecekken bu defa da Damla atıldı, "Sizi çok anlatır Alaca, nihayet gördük!"
"Valla dinle dinle merak ediyor insan yani dedeciğim, dede diyebilirim değil mi?"
"Ay ben de diyebilir miyim?"
Damla ve Aytekin'e yeterince şaşırırken sol yanımda bekleyen İzel ve Kerem de bir adım öne gelmişlerdi şimdi ve dedeme abartılı bir gülümseme ile bakarak el uzattılar.
"Ya aynı dedene benziyorsun Alaca!" dedi İzel.
"Gözler falan aynı cidden! Dede taş gibi maşallah" dedi Damla.
Dişlerimi ezmekten çenem ağrımıştı artık. Kendilerince sevecen görünüp ortamı yumuşatacaklarına inanıyorlardı, farkındaydım ama Ahmed Türkşad bu üslubu sevmezdi yahu!
Hiç konuşmadı dedem. Her birine uzun uzun ve sessiz bakışlar attıktan sonra bana çevirdi gözlerini ve bahçenin ötesini işaret etti. Beklemeden ilerlemeye başladığında, "Aytek! Burada kal!" diye fısıldadım. İçine sinmediği için itiraz eden bakışlarla karşılık vermişti ama daha fazla batmamak için dedemle yalnız konuşmam gerekiyordu.
"Ya kal diyorum sana!"
"Bizi ziyarete geldiğini söyleriz. Tek başına olmaz"
"Aytek!"
"Üçüncü kat mı sekizinci kat mı?"
"Ne?"
"Kızım bizi ziyarete gelmen seni üçüncü kattan düşmüş gibi yapar. Ama okul mevzusunu çakarsa eğer sekizinci kattan düşmüş gibi olursun, ölme diye uğraşıyoruz!"
"Aytek, ben az önce dokuzdan düştüm sen geç oraları kardeşim ya! Kal burada lütfen. Ben halledeceğim"
Halledeceğimden elbette ki emin değildim. Sadece öyle olsun diye umut ediyordum ama arabaya yaklaşırken aklımdan neredeyse hiçbir şey geçmiyordu. Sanki ne bildiysem unutmuş gibi sersem bir haldeydim. Azarlanacak olmak ya da cezalandırılacak olmak falan umrumda değildi. Tek derdim okuldan alınmamak, hayallerimden uzaklaştırılmamaktı ve yapacağım açıklama ya hayallerime sarılmamı sağlayacak ya da evde oturup bütün gün yemek yapan bir insan olmama neden olacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALACA
General FictionÇok fazla sır biriktirmiştim içimde. Bazı zamanlar güvendiğim renklere fısıldamak istemiştim onları fakat haykırmak varken neden fısıldayayım ki? Ortak edeceğim, herkes kıyısından köşesinden geçecek hikayelerimin, sustuklarıma herkesi şahit edeceğim...