Tekli koltuğa oturmuş dakikalardır aynı noktaya bakıyordum. Esip gürlemişlerdi ama öyle kolay gidemeyecektik belli ki. Dedemin eski çalışma odasına toplanmışlardı, ne konuştuklarını tahmin etmek zor değildi elbette ki ama kim üstün geliyor tahmin edemiyordum. Ağabeyim çok kararlı görünüyor da olsa dedemin bu gidişe sessizce onay vereceğine ihtimal vermiyordum. Her şeyden önce babamın anısı vardı, hangimize bakacak olsa onu hatırlatıyorduk ve bu evden gitmemiz demek aslında babama ikinci defa veda edeceği anlamına geliyordu.
İç çekerek uzun dakikaların sonunda nihayet başka bir yöne bakmıştım. Tam bu sırada annem seslenmişti ve "Okula gitmeyecek misin? Kalk hazırlan, onlar bitiremezler didişmeyi, boşuna bekleme" dedi. Haksız sayılmazdı ama merakımdan çatlarken nasıl okula giderdim bilmiyorum. Çok geçmeden ablam da uyardı hazırlanmam için. Eh, belli ki onlar umudu kesmişlerdi, ben gibi ağabeyimin galip geleceğini düşünmüyorlardı ve hayatıma kaldığım yerden devam etmemi istiyorlardı.
İkisine de bir şey söylemeden kalkıp odama çıktım. Müthiş bir bıkkınlıkla hazırlandıktan sonra nasıl göründüğüme aldırmadan montumu aldım elime ve aşağı inip dış kapıyı açtım. Osman beni bekliyordu. Göz göze geldiğimizde yüzünde mahçup olduğunu düşündüren bir ifade belirmişti ve arabaya yaslanmaktan vazgeçip usulca doğruldu.
"Çıkıyorum ben?"
"Tamam. Dersin bitince oyalanmadan eve gel, bunlarla uğraştırma beni"
"Tamam anne.."
Yok yok, annemin ufacık dahi olsa umudu yoktu belli. Ağabeyimin zırh misali üzerimize serptiği o güçlü sözcükleri hiç duymamış gibi davranıyordu ve Türkşad ailesinin kurallarını hatırlatıyordu.
Bahçeden arabaya doğru ilerlerken geriye bakıp belki ben gitmeden çıkarlar diye iç geçirmiştim ama ortalık sabahki haline göre oldukça sakindi. Yeni bir iç çekişle ön koltuğa yerleşip Osman'a baktım. Ne diye arabayı çalıştırmadığını anlamamıştım ve "Sorun mu var?" diye sordum.
"Özür dilerim."
"Özür mü? Sen niye özür diliyorsun?"
"O kadar insanın önünde Kağan'a engel olmam lazımdı. Yakışmadı yaptıkları. Geç kaldım."
"Senin özür dileyeceğin bir şey yok. Bilemezdin.."
"Bilmem gerekirdi ama. Elin herifi esti gürledi tokat attı diye... Ben ama mal gibi kalakaldım."
Elin herifi derken çemkiriyor ya da gerçekten elin herifi olarak görüyor gibi çıkmamıştı sesi. Sanki ağzımı arıyor, Kağan'ın ima ettiği gibi Akın'ın sevgilim olup olmadığını anlamaya çalışıyor gibi bir hali vardı. Bakışlarımı kısarak bakmıştım yüzüne. Sanırım ne yapmaya çalıştığını anladığım için uzatmamıştı ve arabayı çalıştırdı.
Arkama yaslanıp geride kalan sokağı seyretmeye başladığımda telefonum neden çalmıyor, neden merak edilmiyorum diye sormuştum içimden. Ben sorardım sanırım. Hatta bir saniye bile susmaz, sürekli iletişim kurmaya çalışırdım. Fakat Akın'dan gelen değil bir çağrı, mesaj dahi yoktu. Telefonum da ruhum gibi ıssız bir yere itilmişti sanki ve bu ıssız yer çok soğuktu, üşümeye başlıyordum. Mutsuz bir şekilde göz ucuyla telefon ekranına baktım. Dün sabah serçe parmağımdan kalbime uzanmıştı ama bu sabah değişen neydi? Serçe parmağım elimdeki yerini yadırgıyordu resmen, bunu yapmaya ne hakkı vardı ki, en azından gece kuru dahi olsa bir mesaj göndermesi gerekmez miydi? Ah yine mi abartıyordum bilmiyorum, bu aşk bana iyi gelmiyordu kesinlikle. Hiç takılmayacağım meselelere takılıyor, bir derdi bütün güne yayarak diğer meselelerimi yok sayıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALACA
General FictionÇok fazla sır biriktirmiştim içimde. Bazı zamanlar güvendiğim renklere fısıldamak istemiştim onları fakat haykırmak varken neden fısıldayayım ki? Ortak edeceğim, herkes kıyısından köşesinden geçecek hikayelerimin, sustuklarıma herkesi şahit edeceğim...