Yeryüzünün en güzel papatyasının etrafı ona hiç yakışmayacak siyahlıkta sevimsiz sarmaşıklarla çevrelenmişti. Sır sarmaşıklarıydı bunlar. Papatyayı kurtarmak için bir yerden kesmeye niyetlensek sanki iyice büyüyecekti bu sarmaşık ve tamamen kontrolden çıkacakmış gibi ürkütüyordu. Karanlık yol hızla geride kalırken bir süre sonra ne yol ne de karanlığı kaldı. Yalnızca papatya yüzü, okyanuslara sürükleyen gözleri vardı artık ve her şeyin şeffafını dileyen gönlüne bu berbat sırrı nasıl açıklayacaklardı onu incitmeden diye düşünüyordum. İncinme belki de yaşayabileceği en hafif ihtimaldi. Aylardır uyanmayı reddeden bir ruhu uyandığına pişman edeceklerdi. Hem nasıl pişman olmasın? Ömrüne sebep olan bir gecenin aslında gördüğü gibi, yaralandığı gibi olmadığını anlatacaklardı alay eder gibi. Türlü haklı(!) bahaneleri ile hasret bitti diye süsleyeceklerdi... Yaşamından vazgeçmesine neden olan bir gece..böyle bir gecenin affı hangi bahane ile mümkün olabilir, olabilir mi?
Ağabeyimin telefon sesiyle dalıp gittiğim yerden çektim gözlerimi ve telefon ekranına baktım.
"Peşindeyim ben zaten siz söylediğim yerden karşılayın. Geliyor onlar da, siz hızlı olun kaçırmayalım hadi"
Telefonu kapatıp ilgisizce iki koltuğun arasına bıraktı ağabeyim, kurtulamadığı şaşkın ifadesiyle yüzüme baktığında elime uzanmıştı ve sıkıca tutarak oldukça hüzünlü bir tebessümle dudaklarını birbirine bastırdı.
"Abi"
"Güzelim?"
"Abi doğru mu bu şimdi? Yani o adam gerçekten Lokman Çervatoğlu mu?"
"Eğer ikizi falan yoksa..."
"Ama neden? Abi bu nasıl bir yalan? İnsan oğlunun delirmesine sebep olup sonra nasıl böyle ortaya çıkabilir!? Mutlu mu olacak şimdi Akın? Ben... Ben inanmıyorum. Değildir. Benziyordur ama o değildir"
Bir anda durduk çünkü takip ettiğimiz araba da durmuştu. Yolun diğer tarafından iki araba önünü kesince kaçacak yeri kalmamıştı. Ağabeyim, "Sen burada kal Alaca" deyip öyle inmişti arabadan ama bu söylediğini istesem de yapamazdım. Hiç beklememiştim arabadan inmek için. Bütün şaşkınlığımla lüks arabaya bakıyordum ve siyah camlarından içeriyi göremeyeceğimi bile bile gözlerimi farklı hiçbir yöne çevirmiyordum. Namık ağabey inmişti şimdi kendi arabasından ve silahını doğrultarak sır sarmaşığının karşısına dikildi. Çok geçmeden Uğur ve Bulut da indiler, hepsi eksiksiz buradaydılar ve hepsinin yüzünde benzer ifade vardı.
Kapı yavaşça açıldı. Uzun boylu kır saçlı adam arabadan indiğinde sanki durduğum yer ayaklarımın altından kayıp gitmişti de mezarlığa ışınlanmıştım. Babasının mezar taşına dahi bakamayan, her gün kendini suçlayan, en sonunda bu suçluluk duygusuna yenik düşmüş olan papatyamı hatırladığımda memleketim küçülmüştü. Birileri her yanından çekiştirip eziyordu da memleketimin canına okuyorlardı sanki.
Yaşına göre fazlasıyla dinç görünen adam, karşısına dikilen yüzlere bakarken gayet sessizdi. Üzerine doğrultulmuş bir silah yokmuş gibi sakindi hatta ama Eren arabanın arka kapısına doğru yaklaşmak isteyince zaten dik olan duruşu iyice büyüdü ve anında engel oldu. "Geri çekil!"
"Kardeşimizi nereye götüyorsun! Kimsin sen!"
"Kardeşiniz?"
Alaycı bir tonda mırıldanmıştı ve her birine kısa bakışlar attıktan sonra "Yeter bu kadar eğlence. Hadi evinize işinize gidin" diye ekledi.
"Ne diyorsun sen be! Sen kimsin onu söyle bana? Akın'ı hangi hakla nereye götürüyorsun sen birader!?"
"Babalık hakkıyla güvenli bir yere götürüyorum?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALACA
Genel KurguÇok fazla sır biriktirmiştim içimde. Bazı zamanlar güvendiğim renklere fısıldamak istemiştim onları fakat haykırmak varken neden fısıldayayım ki? Ortak edeceğim, herkes kıyısından köşesinden geçecek hikayelerimin, sustuklarıma herkesi şahit edeceğim...