Küçülüyor diye feryatları indirdiğim memleketim incecik bir ipin üzerinde duruyordu. Yaklaşmak isterken korkudan yaklaşamamak tuhaftı. Dikkatsiz tek bir hamlede düşüp gidecekti sanki ve geriye başa çıkamayacağım uçsuz bucaksız bir boşluk bırakacaktı. Bu yüzden tek yapabildiğim ellerimi gözyaşlarımdan ötürü ıslanmış olan yanaklarıma bastırmak oldu. Yavaşça kulaklığını çıkarmıştı Akın. Ona bakan, hissediyorsa eğer bakmaktan çok delicesine sarılan gözlerime odaklanmıştı ve saniyeler sonra kaşlarını çattı. Başımı iki yana sallayarak, ''Akın?'' dedim ama bu nasıl bir sesti böyle, insan kendine bu kadar acıyabilir miydi? Sesime o kadar içim gitmişti ki ellerimi ağzıma bastırmıştım ve daha çok ağlamaya başladım. Okyanuslara sürükleyen gözlerine yeniden bakacağıma inancımı hiç kaybetmemiştim ama gerçekleşmiş düşün verdiği yoğun duygu insanı sersem ediyormuş meğer, dilediğimce hareket edemiyordum.
''Ne oluyor?'' sorusu döküldü güzel dudaklarından ve kapıya doğru bakarak bir adım geri çekildi.
Bir anda çekilip gitti göğsümdeki varlığı. Geriye kalan ne varsa az önce ettiği o iki kelimeye kurban gitti. Sesine sahipsiz bir cenaze sığdırmıştı ve küçülüyor diye korkarken tamamen ortadan kaybolan memleketimin sancısı benden başka kimseyi yakmadı.
Zangır zangır titreyen ellerimi güçlükle ağzımın üzerinden çekip saçlarımın üzerinden geçirdim. Kendi kendimi telkin ediyordum toparlanayım diye ama yüzüne her baktığımda biraz önce kaybettiğim memleketime ağlama isteği ile doluyordum. Aniden açılan kapıyla birlikte iyice açtı gözlerini ve arka tarafıma baktı. Gelenleri görmesem de seslerinden anlamıştım, ağabeyim ve diğerlerinin şaşkınlık dolu sesleriydi bunlar. Her birine sırasıyla dönen mavilerine bakarken dudağımın kenarını ısırmaya başladım. Burada bir yerde değildim. Karşımda kim duruyordu bilmiyorum ama onda bana dair bir şey yoktu, hissedemiyordum.
''Alaca!'' deyip sol koluma yapıştı Aytekin. Diğer tarafıma da kızlar gelmişlerdi ve hepsinin yüzlerinde benzer ifade vardı. Aralarından şaşkınlığı ilk aşabilen Melikşah oldu, ''Alıp gidelim hadi!'' diye seslenip odanın ötesindeki küçük pencereyi işaret etti. Ağabeyim emin adımlar atamamıştı pek. Sersemlemişe benziyordu ve ''Akın?'' diye mırıldanarak mavileri başka bakan papatyanın karşısına geçti. Bu sırada ''N'oluyor neden böyle bakıyor Akın?'' diye fısıldadı Damla. ''Hafızasını kaybetmiş olabilir mi?'' dedi İzel ama her ikisine de yanıt vermemiştim. Gözlerimi mavilerinden çekemiyordum sadece. Orada bir yerlerde olmalıyım diye direniyordum adeta, kendimi arıyordum, saçtığı gücü görmeyi ve ona karışmak için boynuna atlayacağım cesareti bekliyordum ama bunların hiçbiri gerçekleşeceğe benzemiyordu.
''Geliyorlar!'' diye seslendi Kerem ve kapıyı kapatıp kolunu sıkıca tutmaya başladı. Şaşkınlığı en yoğun şekilde yaşayan Bulut ise tek kelime etmemişti henüz ve hipnoz olmuş misali Akın'a bakmaya devam ediyordu. Fakat ağabeyim sarsmıştı şimdi onu omuzlarından ve ''Alıp gidelim hadi! Vakit yok hadi Bulut!'' diye uyardı. Kendine geldiğini düşünmüyordum ama hareket etmeyi başararak Akın'a dokunmayı denedi. Ah bir kez daha kaçmıştı sakallarına sihirler karışmış sevgilim. İyice çatmıştı kaşlarını ve ''Ne oluyor ne!'' diye çıkıştı.
Aynı anda kapı kırıldı ve yukarıdaki sevimsiz tiplerden birkaçı içeri girdiler. Ağabeyim kolumdan tutup çekiştiriyordu beni, başarılı da oluyordu aslında hemen arkasındaydım ve Akın'dan uzaklaşıyordum; fiziksel olarak. O lanet yerden çıkan vücudum geriye ruhumu bırakmıştı sanki, uyuşuyordum.
Arabaya varmıştık şimdi ama açılan kapıdan içeri geçemedim. Başımı sağa sola sallayarak durdum ve "Akın değildi" dedim. İzel yanaklarıma dokunacaktı ama izin vermeden, "O Akın değil!" diye bağırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALACA
General FictionÇok fazla sır biriktirmiştim içimde. Bazı zamanlar güvendiğim renklere fısıldamak istemiştim onları fakat haykırmak varken neden fısıldayayım ki? Ortak edeceğim, herkes kıyısından köşesinden geçecek hikayelerimin, sustuklarıma herkesi şahit edeceğim...