Sihirli mavilerden derin okyanuslara süzülmüşken bir anda kör karanlıklarda bulmuştum kendimi. İki adım ötemde durmuş yüzüme bakan babaannem, dudaklarını nefretle kıvırdığı sırada sol kenarından ağabeyim Sencer belirdi. Güzel gözlerinin tam ortasında duruyordu birer birer sönen yıldızları ve cesede dönüşüp bakışlarının ışığını söndürüyorlardı. Ürkek bir nefesle bir babaanneme bir ağabeyime baktıktan sonra çantamı tutmaya devam edemedim. Yavaşça başını çevirip okul kapısına baktı babaannem. Dudaklarını saran o ben demiştim ifadesi iyice belirgin bir hale gelmişti bu bakışı sırasında ve bir adım geri çekilerek gözlerimi ağabeyime çevirdi. Herhalde, bak bak kimi savunduğuna bak, diyordu içinden. Ağabeyimin yıldızları ise tamamen veda etmişlerdi güzel gözlerine, şimdi hiç umut vermiyordu güzel gözleri ve dudaklarını sıkmaya başladı.
Ağır ağır başını salladı hâlâ ağabeyime bakarken ve "Kimse değil bir tek ben hesap sorabilirim diyordun, sor madem" dedi. Hissettiği zaferi daha fazla gizlenemedi. Bu sözlerin hemen sonrası bütün yüzüne yayılmıştı ve gözlerime belli belirsiz attığı bakışı ile arabaya doğru ilerlemeye başladı.
Titreyen dizlerime güvenmiyordum ama bir adım attım. Ağabeyim attığım adımımı gözleriyle azarlayınca geri çekildim ve ürkek bir biçimde "Abi.. Özür dilerim" diye mırıldandım.
Kaşları havaya süzülmüştü ama dudaklarını daha fena bastırdı birbirine. Anında kızarmıştı gözleri. Sesimi de azarlıyordu sanki içten içe ve okula çevirdiği gözleri sonrası, "Ben sana güvendim" dedi.
"Abi"
Endişeyle atılıp güvenmeye devam etmesini isteyecektim ama bir kez daha azarlandım gözleri tarafından. Hatta bu defa gözlerinin haykırdıkları ile tatmin olmamıştı ve "Sakın özür dileme Alaca! Sakın!" diye bağırıp ellerini kaldırmış okulu işaret ediyordu, "Bunun özrü mü olur!? Böyle bir yalanı nasıl söyleyebildin bana Alaca!"
Dedeme yakalandığım zamana benzemiyordu. Ağabeyimin gözlerindeki yıldızlara dönüşüyordum fakat parlak hallerini değil ceset hallerini giyiniyordum üzerime. Parmaklarımdan hızla yayılan uyuşukluk ise korkmama neden oluyordu ama engel olamıyordum.
"Arabaya!"
Aniden bağırınca durduğum yerde korkuyla kıpırdayıp arabaya baktım. Bu sırada Kerem ve diğer dostlarım belirmişlerdi kapının önünde ama yaklaşmamalarını işaret etmek için beklemedim.
"Ne bekliyorsun! Arabaya git diyorum sana Alaca!"
"Abi ne olursun konuşalım, lütfen dinle beni"
"Yaklaşma! Seni dinledim ben. Her defasında seni dinledim ben. Sen ne yaptın!? Sen ne yaptın Alaca!?"
Kolumdan tuttuğu gibi arabaya doğru çekiştirmeye başladı. Biliyorum, tanıyordum ağabeyimi, bunu yapma nedeni etrafımızdaki insanlardı. Her biri film seyreder misali bize baktıkları için bir an evvel gitmek istemişti ve daha fazla rezil olmayayım diye uğraşıyordu.
Arka koltuğa yerleştiğim gibi ellerimi yüzüme kaldırıp hıçkırıklarıma engel olmayı denedim. Yeterince keyif alıyordu zaten soğuk kalpli kadın. Zaferi ile gurur duyuyordu. Bu lanet gururunu bir de gözyaşlarımla taçlandırmak istemiyordum ama kendimi sıktıkça boğazımda büyük bir taş beliriyordu.
« »
Ne konuşulmuştu bilmiyorum. Hayal ettiğim gibi hararetli tartışmalar yoktu sadece. Ev oldukça sessizdi. Aşağıda kimse var mıydı şüphe ediyordum bazen ama odamdan çıkmaya cesaret edemiyordum. Tek yapabildiğim pencereye yaklaşmak oldu saatler sonra ama kimseyi göremedim. İç çekerek alnımı pencerenin kenarına yasladım. Birileri tarafından azarlanmak istiyordum. Bu sessizlik gittikçe daha çok üşütüyordu ve benim bir an önce bu soğuk odadan çıkmam gerekiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALACA
General FictionÇok fazla sır biriktirmiştim içimde. Bazı zamanlar güvendiğim renklere fısıldamak istemiştim onları fakat haykırmak varken neden fısıldayayım ki? Ortak edeceğim, herkes kıyısından köşesinden geçecek hikayelerimin, sustuklarıma herkesi şahit edeceğim...