Ölü otlarla dolu bir tarladan ibaretti hayat bahçem. Ne şikayet eder ne de kabullenirdim, ama severdim. Çünkü bir defa bırakırsan, bir daha yakalaması zor olabilirdi hayatı. Vedasızlık sözü verilmemiştir hiç kimseye zaten. Bitişlerin, zoraki vedaların olacağı daha ilk günden bilinir ve bundan kaçamazsın. Ben de kaçamayanlardan olmuştum. Vedaların başını da en sevdiğim üstlenmişti üstelik. Küçücük yüreğime sonsuz bir hasret bırakıp, kendini gökyüzüne kapatmıştı. Uzun bir süre sessiz kaldı vedası. Babamdan sonra gökyüzüne kimse gitmeyecek herhalde, diye düşünmüştüm lise yıllarımda ama başka bir sevdiğimi daha bembeyaz bir güvercin misali avuçlarımdan gökyüzüne uğurlamıştım. Eklendi de eklendi sanki zincir kırılmış gibi. Vedalar eklenmekten hiç çekinmediler; en tatlısından en zehirine kadar. Raylardan fırlamış bir tren misali hoyratça akıp giden hayatımın şimdi durduğu yer ise ölü otların çok ilerisinde bir yerdi. Burada papatyalar vardı. Birbirinden canlı, birbirinden güzel; hayat dolu papatyalar. Burası benim memleketimdi. Kimsenin haberi olmadığı ama herkesi taşımak isteyen ucu bucağı, her yanı papatyalarla dolu sakin bir memleket. Okyanusları kıskandırıyordu memleketimin derin gözleri. Kokusunda hasretlerinden arınıyordu insan. Çenesini saran ak sakallarından, etrafına saçtığı müthiş gücüne kadar benimdi bu memleket. Ne güzeldi, nasıl huzur doluydu. Hangi tarafa dönersem döneyim buradaydı, içimdeydi. Ilık bir rüzgar vardı üzerinde ama biliyordum. O rüzgar papatyaları sallıyordu. Bazısı kurumuş bedeniyle birlikte yere düşüyor, bazısı ise her şeye rağmen direniyordu ve dimdik kalıyorlardı. Düşenlerin hepsi geçmişti işte. Onu zalim bir anının içinde tutan ve her fırsatta işkence eder gibi aklına üşüşen geçmişti.Onlar için yas tutuyor muydu bilmiyorum ama izlerini taşıdığından adım kadar emindim. Hem, insan nasıl kurtulabilirdi ki böylesi derin izlerden? Eğer yeryüzünde varsa böyle biri, onunla tanışmayı ve bu başarısını dinlemeyi çok isterdim.
Mavileri okyanusları kıskandıran ak sakallım dinler miydi peki? Sanırım dinlemezdi. Çünkü onun tercihi affetmek olmuştu. Geçmişi unutmak yerine affetmekle başlamıştı. Affederek güzelleştiriyordu hayat bahçesini. Kurumuş papatyaları kaldırmıyordu. Bahçesinin geniş bir kısmı insanı ürkütecek kadar karanlıktı ama Akın karanlıktan ziyade, aydınlık tarafla meşgul olmayı seçmişti. Kalanlara sıkı sıkıya tutunuyordu. Bir papatya daha düşmeyecek yere, der gibi dimdikti ve saçtığı güç her zamankinden daha parlaktı artık.
Heyecandan zangır zangır titriyordum. Birazdan kalın perdenin iki yana açıldıktan sonra geride bırakacağı boşluğa geçecektim ve kalabalığa bakarak bir konuşma yapacaktım. Hazırladığımız kısa filmler için gelmişlerdi bu insanlar. Kimi anne baba, kimi en yakın arkadaş, kimi sevgiliydi. Her biri heyecanla kendi sevdiklerine gelecek sıranın merakı içindeydiler ve rahatsız etmeyecek şekilde kendi aralarında konuşuyorlardı.
Derin bir nefes alarak memleketime odaklanmayı denedim bir kez daha. Bahçesinin en aydınlık tarafından gelen papatyaların kokularına kapılıp gitmiş, güzelliklerini düşünerek içimdeki endişeyi kırmaya çalıştım. Tam o anda okyanuslar misali derin gözleri buldu zihnimin her bir köşesini ve en çekimser ama en güzel halleriyle bakıyorlardı endişeme. Çok sürmedi, şiiri de yetişti imdadıma.
'Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu...'
İçime içime işleyen sesinden yankılanan bu kelimeleri minik bir tebessümle anımsamıştım ve gözlerimi yavaşça açarak yeni bir derin nefesle ellerimi birbirine kenetledim. Gelmiş miydi bilmiyorum. Telefonlarımızı içeride bırakmıştık. Her gruptan birer kişi seçilmişti konuşmacı olarak ve sahnenin köşesinde öylece bekliyorduk. Dostlarım da burada değillerdi. Konuşmaların yapılacağı sırada gruptakilerin geri kalanları seyircilerin arasında olacaklardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALACA
General FictionÇok fazla sır biriktirmiştim içimde. Bazı zamanlar güvendiğim renklere fısıldamak istemiştim onları fakat haykırmak varken neden fısıldayayım ki? Ortak edeceğim, herkes kıyısından köşesinden geçecek hikayelerimin, sustuklarıma herkesi şahit edeceğim...