Ses getiren gidişler böyle oluyordu madem, sevmemiştim ben bu gidişleri. Kime ya da nereye gitmişti ses bilmiyordum, fakat bana ulaşmadığından emindim. Sanki kimsenin olmadığı bir yerde boşu boşuna bağırmışım da sesimi kimselere duyuramamışım gibi hissediyordum. Üç gün oluyordu. Üç gündür telefon ekranına bakarak kaç saat harcamıştım bilmiyorum ama ses getirmesini umduğum gidişim, bütün sesleri kısmıştı resmen ve telefonum hiç çalmıyordu. Titremiyordu bile. Ne kızlardan ses çıkıyordu ne de isteksizce kuruttuğum papatyamdan.
Birkaç defa Aytekin'le mesajlaşmıştık. Kızlara çatacağından bahsetmişti ama bunu yaparsa daha mutlu olmayacağımı belirtmiştim. Birilerinin söylemesi ile düzelecekse bir şeyler, anlamı olmuyordu çünkü. İnsanın kendi içinden gelmeliydi bazı adımların isteği.
İç çekerek hazırlanıp kahvaltı sofrasındaki yerimi aldım. Kağan'ın olmayışı şanslı bir güne mi uyandım diye sorgulatıyordu ama gün bitene kadar bundan emin olmak imkansızdı. Sessizce birkaç zeytin atmıştım ağzıma, çayımdan da oldukça isteksiz bir yudum almıştım ve hiç konuşmadan Osman'ın yanına geçtim.
Arabaya bindiğimiz anda radyoyu açmıştı Osman. Şırıltılılara yüzümü ekşittiğim sırada kalın bir ses bastırmıştı radyonun şırıltısını, "Bundan böyle yolu yok kollarım çürüdü" diye mırıldandı Osman. Sesinin böylesine insanın içine içine işleyen türden olduğunu bilmediğimden şaşkındım ve yarım bir tebessümle yüzüne bakakaldım. Rahatsız olmadığımı anlayınca hafiften öksürerek boğazını temizledi ve gözlerini yoldan ayırmadan mırıldanmaya başladı.
"Yüce dağların ardında kaldı hayallerimiz.. Bu şehirde yine ölüm var. Karanlıklar çöktü yine, sevgiler de sahteymiş, gönlümde yine hüzün var.."
Yarım yamalak olan tebessümüm saniyeler içerisinde tamamen silinip gitmişti yüzümden. Şimdi kocaman bir hüzünle bakıyordum Osman'a ve arkama yaslanmış ağlamamak için dudağımın kenarını kemiriyordum.
"Bundan böyle yolu yok kollarım çürüdü, bundan öte karanlıklar"
Yüzüme baktığında duraksadı ve buruk bir gülümseme ile yeniden yola bakarak "Sen beni anlamadın gözünü kan bürümüş, bundan öte ayrılık var" sözlerini mırıldandı.
"Kulakların kanadıysa söyle ha, çekinme"
"Yok.. Çok güzel söylüyorsun, maşallah"
"Ahmet Kaya kadar değil ama bizim de kendimize göre birkaç bildiğimiz var işte. Şimdiler de yeni bir çocuk var, o da güzel söylüyor bu şarkıyı, dinle mutlaka"
"Tamam.. Bakacağım"
Araba durmasaydı geldiğimizi anlamayacaktım, öylesine dalıp gitmiş durumdaydım. Güçlükle toparlamıştım ifademi. Çantama ne diye bu kadar çok sarılmıştım bilmiyorum ve oldukça kısık bir sesle "Görüşürüz" deyip arabadan indim.
Tam bu sırada telefonum titremişti. Hızlıca montumun cebinde duran telefonumu çıkarttım, ekranda koca bir Akın görmek istemiştim ama Akın yerine Nil Dağhan yazıyordu.
≈
Nil : Günaydınn güzellik! Bugün yani akşam sekiz gibi salonda kutlama yapacağız, doğum günüm de 😅gelirsen çok mutlu olurum. İzel'e de yazdım, bekliyorum tamam mı? Biz bize olacağız öyle kalabalık falan olmayacak bu arada, rahat olacağız yani🥳😘
(09:12)Alaca : Şey akşamları ben pek çıkamıyorum ama deneyeceğim.. Nice senelere🌼
(09:14)≈
Ne yapacaktım şimdi ben? Gitsem bir dert gitmesem bin... Hele tek başıma nasıl gidecektim ki? İzel ve Damla ile herhangi bir yere gitmek istemiyordum şimdilik. Haklılardı belki ama kırgındım, belki haklı olmalarına rağmen daha farklı konuşmalarını beklemiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALACA
General FictionÇok fazla sır biriktirmiştim içimde. Bazı zamanlar güvendiğim renklere fısıldamak istemiştim onları fakat haykırmak varken neden fısıldayayım ki? Ortak edeceğim, herkes kıyısından köşesinden geçecek hikayelerimin, sustuklarıma herkesi şahit edeceğim...