(multi : Nevâl'in kolyesi)
Bâyezid Çalaphan'dan... 🕶️
Kırık bir gönlün hıçkırıkları sızlattı duvarları. Kurak topraklar misali gönlüme katre katre yağdı inciden taneler. Tutuştum... Yangın oldum... Demir bir yürekle, yakmaz sandığım odlara tutuldum. Savurdu küllerimi seher yeli. Cümlesi evlâ ola diye çıktığım yolda mazinin tekerrürüyle yanılıp, nâzenin bir yüreğe dokundum...Ayaklarımın dibine düşen kolyenin tıkırtısı ardından dolmuştu kulaklarıma banyo kapısının sesi. Nevâl kendini güç bela banyoya attıktan sonra vakit kaybetmeden kapısını kilitlemişti. Üzerimdeki bu ağır yük gözyaşlarıyla daha da kahretmişti beni. Kapıyı hızla tıklayıp açmaya çabaladım.
-Nevâl!'dedim içeriden duyulan hıçkırıklara rağmen sesimi duyurmaya çalışarak.'Nevâl lütfen aç kapıyı. Konuşalım... Yanlış anladın sen beni.'
Banyonun fayanslarında yankı buluyordu tiz hıçkırıkları. Perişan olmuştu... Perişan etmiştim onu. Lakin daha kötü hissetmesin diyeydi bunu yapmaktaki niyetim. Yaşadıklarından sonra sırf hanımlık görevini yerine getirmek için kendini zorlamasın, yüreği ferah olsun diyeydi. Ama kendimi anlatmayı becerememiştim işte. Bu birlikteliğin şehevi duygular taşıması yaralayacaktı onu. Dahası, kanatacaktı kabuk tutan yaralarını...
-Nevâl! Öyle demek istemedim! Lütfen açar mısın kapıyı? 'dedim kapıyı ısrarla tıklatırken. Ama nafile... Saniyeler geçti önce. Sonra dakikalar azgın bir nehir gibi akıp gitti. Yavaş yavaş sindi içeriden duyulan hıçkırıklar. Minik birkaç iç çekiş ardından büyük bir şangırtı koptu kapı ardında. Tekrar yapıştım kapının koluna. Açmak için zorladım. Bir şey olmuştu! Aklıma gelen türlü felaket senaryolarını bir kenara itip sert omuz darbesiyle açtım kapıyı. Nevâl yerde boylu boyunca yatıyordu. Düşerken muhtemelen yandaki devrik saksıya çarpmış, çıkan ses onun gürültüsüydü. Eğilip kibarca aldım kucağıma. Bukleler halindeki saçları ıslak yüzüne yapışmıştı.
-Nevâl! Nevâl kendine gel! 'dedim endişe dolu bir sesle. O yoğun ağlayışın ardından bedeninin direnci zayıflamış, düşüp bayılmıştı işte. Başı kolumdan aşağı sarkarken her adımımda savuruluyordu ipek saçları. Kolumu kıvırıp bedenini kendime yasladım. Şimdi hiç olmadığı kadar yakındı bana. Çiçekleri andıran o hoş kokusunun merkezi burnumun milimler ötesinde duruyordu. Hafifçe kısıldı gözkapaklarım. Yüzüm istemsiz bir hareketle boynuna sokuldu. Zihnimi bulandıran bu koku az evvel yüz görümlüğü hediyesini takarkende çalınmıştı burnuma. Ve o zamanda böyle tuhaf bir hissiyat çalkalanmıştı ruhumda.
Narin bedenini yatağın üzerine bırakıp saçlarını yüzünden usulca çektim. Güzeldi... Çok güzeldi... Çok fazla... O masum gülüşü tazecik çiçekler açtırıyordu bozkırda. Utanınca pembeleşen o pamuk şekeri gibi yanakları çocukken babamın götürdüğü lunaparkı anımsatıyordu bana. Garip bir şey vardı bu kızda. Bana çocukluğumu hatırlatan, eskiye uçuran, uykudan evvel dinlediğimiz o maceraların başrolünü anımsatan... Masal... Masal gibiydi... Onun gibi saf ve masum...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CÂNMÂNÂ - BİR ŞAKAYIK ÇİÇEĞİ MASALI 🎀 (tamamlandı) MUÂŞAKA SERİSİ 🌿
SpiritualHayaller Zümrüdü Anka kuşunun rengarenk tüyler ile bezeli kuyruğuna tutunup, Kaf Dağı ardına uçmak gibiydi bazen. Benimde hayallerim vardı, en toz pembesinden... Anaokulu öğretmeni olmak istemiştim ben hep. Onlarca çocuğun annesinden sonra annesi ol...