Bölüm 14

2.2K 218 205
                                    

Ödül'den

Hayatım boyunca hiç beklentim olmadı. Maddi, manevi hiçbir şey. Telefonumu bile ablam aldı. Her şey önüme hazır geldi aslında. Benim yerime düşündüler, benim yerime karar verdiler. En iyisini hep onlar bildi. Kitaplarım dışında.

Şu an durum biraz farklı. Kendimi toplantı günlerini beklerken buluyorum. Keşke daha fazla olsaydı şu toplantılar diye geçirmeye başladım içimden. Hayatım mantık kurallarıyla kurulu benim. Mantığımı aşan tek şey ise Asel. Hiç tatmadığım hisler açığa çıkıyor onunla. Duygu dedikleri bu sanırım. Yemeğe tuz atmak gibi. Önümdeki yemeğe baktım. Bizimkiler söylenmesin diye bir çatal daha aldım. Küçüklükten beri hiç aram olmadı yemekle. Her zaman zayıftım. Abimin ayı iştahıyla yediği bir şey bile olmadı hayatımda. Damak tadı olur ya insanların, benim o da yok. Yiyecek ayırt etmiyorum. Hepsini aynı uzaklıkta sevmem. Ha yeşil elma. Bak onu seviyorum işte. Bir de Burak’ın yaptığı o küçük pasta. Güzeldi şimdi. Şöyle düşününce gayet normal bir insanım. Bir sorun yok bende. Özel zevklerim var, hissedebildiğim duygularım var. Bir de bal gözlü var.

Ayağımı ayağıyla dürten Burak'a döndüm. “N'oldu, neden gülüyorsun?” dedi hafif sırıtarak. Şu gülme işini de çözmem lazım. Farkında değilim. Abimi kontrol etti hızlıca. Ablamla konuştuğundan bize bulaşmazdı bugün. Bir de işinde aksilik çıkmış. Onun derdi büyük. “Erken de kalkmadın sofradan?” Cevap almamaya alışkındı aslında Burak. Yine de bir beklentisi vardı benden.

-"Yemeği beğendim.” Dedim en kısa şekilde.

Tabağıma baktı. “Yememişsin ki.”

-"Tadını çıkararak yedim." Yemek bitti benim için. Burak da bunu hatırlatmış oldu bir bakıma. Masadakilere “Afiyet olsun.” Dedikten sonra odama geçtim direkt. Masamın üzerindeki kağıdı aldım. Baka baka ezberlemiştim numarasını Asel'in. O kağıda ihtiyacım yoktu artık. Yine de atmaya kıyamadım. Ondan bir parça gibiydi. Orada durması bile beni rahatlatıyordu.

Kütüphanemin önünde yere oturdum. Okumadığım, okumayacağım kitaplar en alt raftaydı. Yani duygu ağırlıklı olanlar. Burak zamanında hediye etmişti bunları. Şöyle bir gerçek var. Kendinden bir şey bulmadığın kitabı okumazsın. Yani bir şekilde bağlantı kurman gerekir. Dikkatini çekmesi gerekir. Hani bazen beni anlatsın dersin. Bazen de roman kahramanının yerine koyarsın kendini. O yüzden okuduğum romanlar olay ağırlıklı diyebilirim. Alt raftaki tüm kitapları çıkardım. Gözüme kestirdiğim bir tanesinin karıştırdım sayfalarını. Hislerimi anlatabilecek mi bakalım.

Kapı tıklatıldı ve biri girdi odaya. Burak'tır. Başımda dikildi.

-"Kuzen?” tahmin ettiğim gibi Burak. Yanıma oturdu. “Aldıklarımı okumaya mı karar verdin?” gülümsedi. Aradan bir tane kitabı çekti. “Bu fena değildi bak.” Elimdeki kitabı kenara bıraktım. Uzattığını aldım. Portakal Kız. Jostein Garden. Hımm. Arkasını okudum. Sofie'nin Dünyası'nın yazarı. Felsefik yaklaşımlar bulabilirim. Ayağa kalktım. Burak yerdeydi daha. Sevdiğim kitaplardan birini çıkardım. Momo. Burak'a uzattım. Şaşırdı önce. Aldı hemen. Zaman kavramını hikayeleştiriyordu Momo. Horo Usta'dan öğrendiğim kadarıyla herkes saatini göğsünde taşır. İnsanın saati kalbidir. Zaman geriye doğru akar ve kalbin durduğunda senin için zaman bitmiştir. Hoşuma gitmişti doğrusu. Ve Horo Usta'ya göre yürekle algılanmayan zaman boşa giderdi. Hikayede duman adamlar vardı bir de. İnsanların zamanını çalıyordu. Hayatımızdaki duman adam abimdi bana göre. Sigarası yoktu ama onun tüttürdüğü parasıydı.

Yerdeki kitapları topladı Burak. Ben masaya geçtim. O yatağıma uzandı. Okumaya başladık.

Portakal Kız'da dikkatimi çeken ilk cümle, “Hemen anlamıştım, onda özel bir şey vardı, sebebini anlayamadığım büyülü ve büyüleyici bir şey.” oldu. Evet aradığım şey tam anlamıyla bu ama bunun nedeni lazım bana. Kimse anlayamıyor mu yani? Duygular için yanlış kitabı mı okuyorum? Üstelemeyip devam ettim okumaya. Adamın oğluna yazdığı mektup kısmı daha çok ilgimi çekti. Portakal Kız'ı tekrardan görebilecek miyim?, diyordu. Onun Portakal kızı benim kıvırcık zombim. Aynı endişe. “Ama beklentilerim ne kadar büyükse hayal kırıklıklarım da her seferinde o kadar büyük oluyordu.” Bu da doğru. Sayfaları hızlıca çevirdim. Mektubun devam ettiği yere geldim. Portakal Kız ile ikinci denk gelişinde kızın ağladığı yazıyordu. Bizim ikinci denk gelişimizdeki gibi. Benim bundan bir çıkarım yapmam ne kadar doğru? Üçüncüde ikimiz de ağladık gerçi. Kafam iyice karıştı. Kitabın sonrası bana hitap etmedi. Yine de okumaya devam ettim. Başladığım bir kitabı yarım bırakma gibi bir alışkanlığım hiç olmadı. Beğenmesem bile okumaya devam ederim. Bana hitap etmedi diye de kötü olduğu anlamına gelmiyor bu. Ortak noktayı bulamadık diyelim. Kalan sayfaları yarım saat içinde bitirdim. Özensiz okudum diyebilirim. “Sadece bir kereliğine bu dünyadayız.” Cümlesinde kaldım. Yaşamayı seçersen ölümü de seçiyorsun, diyordu sonralarında. Yaşamamayı seçersen peki? Atilla İlhan'ın sözü geçti aklımdan. “Ölerek ölümü yenmek umutların en umutsuzudur.” Ben ölerek bu döngüden çıkmak istiyordum. Öyle yenebileceğimi düşünmüştüm ölümü. Peki bu umutsuzsa nasıl yeneceğim ölümü? Sonuçta her türlü ölümün kazanacağı bir oyun bu. Er ya da geç. Kimse yenemedi. İşte bu noktada yaşamak mantıksız geliyor. Uzatmanın anlamı yok.

Aşk'sı (G×G) (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin