Gözlerimi kırpıştırarak açtığımda yaşıyor hissetmek... Muazzamdı. Biraz doğrulup Steven'ın yüzüne baktım. Dün gece ikimiz içinde güzel geçse de gözlerinin etrafındaki kızarıklıklar hala belli oluyordu. Onu üzmüştüm. Zaten üzeceğimi biliyordum ama yine de onu üzmüş olmanın verdiği hissin altında ezildim. Kendimi yatağa geri bırakıp gözlerimi tavana diktim.
Orada o kadar süre düşüyor olmak dengemi alt üst etmişti hoş ne kadar süre geçtiğini de bilmiyorum ya. Tam yere yaklaştığımı düşündüğüm zaman bir anda yukarı çıkmaya başlayıp gözlerimi açıvermiş o güzel gözleri görmüştüm, etrafı kıpkırmızı olan gözlerini.
Steven kıpırdanmaya başladığında ona dönüp gülümsedim. Burada olduğumu hissetmeye ihtiyacı olduğunu biliyorum. Yüzüne baktığımda aklıma 'seni seviyorum' dedikten sonra gözlerinin kapanması geldi. Bir daha onu hiç hissedemeyeceğimi sanmıştım.
Gözlerimin dolmasına ya da onun hala uyuyor olmasına aldırmadan dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Şu an ona en ihtiyacım olan dönemden geçiyor olabiliriz. Yine ölümün kıyısında dönmüştüm. Daha da önemlisi hayatımın başrolü ölümden dönmüştü. Belimde beni kendisine çeken bir el hissedince gülümsedim. Yaşıyor, Yaşıyorum, Yaşıyoruz... Ondan ayrılıp ellerimi suratına koydum.
"İzler geçmiş." Elini göğsümün üstünde gezdirdiğinde ne demek istediğini anlamamıştım. Devam etmesi için sessiz kaldım.
"Burada, tam kalbinin üstünde elektrik akımının izleri vardı. Hepsi geçmiş." Kafamı salladım.
"Annemin yaptığı şey, bu işe yarıyor işte. O şeyi yüzüme de sürmüştü. Eminim orada ki izler de geçmiştir. Beni güzelleştirmiştir." Kafasını iki yana salladığında kaşlarımı çattım.
"Güzelleşmeye ihtiyacın yok. Gördüğüm en güzel şeysin. Ayrıca seni sevmem için güzel olmana da gerek yok." Hafifçe gülümsedim. Böyle düşündüğünü zaten biliyorum ama duymak her zaman hoşuma gidiyor. Kafasını olumsuzca sallayıp aniden yanımdan kalktı, kaşlarımı çattım. Hızla giyinmeye başladığında anlam verememeye başlıyordum.
"Ne oldu?" yavaşlamadan giyinmeye devam ediyordu.
"Biz, biz biraz ayrı kalmalıyız. Aklımı toplamalıyım. Belki de ara vermeliyiz." Üstümdeki örtüyü bırakmadan ayağa kalktım. Ne ?
"Ne? Neyden bahsediyorsun sen?!" Tişörtünü giyerken bir anlığına durdu ve bana baktı.
"Lexia, farkında değil misin?" Aklım karışmaya başladı. Neyi farkında değil miyim?
"Neyi?"
"Sana öldürdüğümüzü! Ben artık buna katlanamıyorum. Bizimle olduğun her an zarar görüyorsun." Söyledikleri canımı sıkmıştı bile. Bunlar benim tercihlerimdi ve yine olsa yine yaparım. Örtüyü vücuduma iyice sardım ve ucunu sıkıştırdım ki elimi kaldırınca düşmesin. Düşse ne olacaksa? Zaten bütün vücudumu ezbere biliyor.
"Siz bana zarar veremezsiniz ancak ben kendime zarar veririm. Bunları ben kendim yaptım Steven! Kendim. Bir şeyler yapmak için senden izin alacak değilim! 112 yaşındayım ben, 112! Ne yapıp yapmayacağıma izin alacak değilim ya!" Sinirle tişörtünü kafasından geçirdi ve bana döndü.
"Dünya da olmasaydın şu an ne yapıyor olurdun Lexia? Daha doğrusu seni o gün kabul etmeseydik? Ben söyleyeyim başka bir yerde sağlıklı bir şekilde yaşıyor olurdun. Sağlıklı ve güvende bir şekilde." Sinirden bir kahkaha attım. Benim canımı sıkıyorsa ben de onun canını sıkabilirim değil mi?
"Dünyada olmak benim kaderimdi. Babam tarafından yazılan kaderimdi. Ayrıca beni tanımıyormuşsun gibi konuşuyorsun Steven! Siz beni o gün kabul etmeseydiniz bile ben burada olacaktım. Beni vazgeçiremezdiniz. Hiçbiriniz." Elini kafasına koydu ve sıvazladı ama sinirim o kadar hızlı harlanmıştı ki boğazımdan dışarı çıkmak için çırpındığını hissedebiliyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mystic Mind/Steve Rogers ♡☆
FanfictionSteven bana destek vermek istercesine koydu elini omzuma "Tek bir Tanrı var Lexia ve onun böyle giyinmediğine eminim."