"Bak beni gerçekten anlamıyorsunuz,umrumda falan değil. Halletim diyorum !" diye kükredi evin salonunda volta atarken Tan.
Annesi Banu Hanım,telaş onun omuzlarını okşarken şefkatli bir tonda mırıldandı.
"Ama oğlum eğer kesin değilse kızcağıza boş yere umut vermeyelim,kesinleşsin öyle söyleriz? Biliyorsun çok küçük yaşlardan beri çekiyor bu hastalığı ve yeterince umutsuz zaten." dedi hüzünle.Tan omuz silkip babası Türker Bey'e gözlerini dikmişken babası düşünce denizinden nihayet çıkıp oğlunun mavilerine dikti kahvelerini.
"Oğlum diyorsa bir bildiği vardır Banu. Bu Ulaş Abi dediğin adam sözünün eri midir peki Tan, unutup gitmez sözünü dimi oğlum?" dedi Türker Bey düşünceli bir tavırla.
Tan için yalan söylemek su içmek ve oksijen solumak kadar rutin bir aktivite olduğu için hızla başını salladı.
"Öyledir Ulaş Abim,hem bana derslerimde çok yardımcı olmaya çalıştı da benim kafam almadı babacım. Kaç kere kavgadan çıkardı beni bir bilsen,geçen eve bırakan abi oydu işte motorda gördün ya. Doğukan ve Bayram da çok sever Ulaş Abi'yi zaten ,çok yakınız biz." diye sıraladı cümleleri.
Elmas rengi mavilerini anne babasında gezdirirken ,onların ikna olmuş çehrelerine tatmin olmuş bir biçimde güldü.
Banu Hanım derin bir iç çekip.
"Bir gün çağır onu ve arkadaşlarını o zaman oğlum,bu kadar temiz abiler ablalar edinmen bizi çok mutlu eder. Ne güzel yetiştirmişler maşallah,helal süt emmiş hepsi. Ayaklarına taş dolanmaz inşallah."Tan dolaptan bir kutu kola çıkarıp kafaya dikerken omuz silkti.
Artık onlarla işi bitmişti ama ortadan kaybolmadan önce bir kaç defa buluşmalı,daha sonra kademeli olarak görüşmeyi azaltmalı ve bir anda çıkmalıydı hayatlarından. Sonra Tan sağ ,onlar ise selametti.
Tan aslında o insanları gerçekten sevmişti. Filiz denen kız mesela uzun esmer vücudu ile zarif biriydi,anne şefkati misali bakışlarla kendinden yaşca küçük Tan'ı hemen kardeş misali sahiplenmişti. Harun denen yeşil gözlü hemen samimiyet kurmuş,şakalaşarak liseli bir ergenmişcesine konuşmuştu onunla eğlenirken. Tabi Fatih denen kumral kıvırcık tutamlı çocuğa da değinmese olmazdı. Gerçekten delikanlı birine benziyordu ki kendinden ufak olan bu çocuğu eve tek yollamaya bile yüreği el vermemişti.
Bir de Ulaş vardı tabi.
Tan ,bu uzun boylu esmere kesinlikle borçluydu. Ona en yakın arkadaşını kurtarmak için bir açık kapı sunup, elinden geleni ardına koymadan atik bir biçimde davranmıştı. O kömür misali kara gözler ve kıvrık kirpikler,bir an olsun yumuşacık bakmıştı.
Ancak Tan onlarla menfaat haricinde bir ilişki kurmayı arzu ediyor olsa da bir yalan üzerine kurulmuş abilik ablalık bağları onu endişelendiriyordu. Her yalan bir gün ortaya çıkardı,bunu en afilli yalancı olan Tan da çok iyi biliyordu ki ona göre bu işin puf noktalarından biri buydu.
Yalancının mumu yatsıya kadar sürerdi gerçekten. Bu nedenle yalanları,başka yalanlarla desteklemek ve kendinin bile yalan olduğunu unutmak belki tek çareydi. Ancak o şefkat dolu korumacı bakışların,iğrenç bakışlara dönmesi durumu Tan'ı cidden yaralardı.
Kimsenin ne düşündüğü ile ilgilenmiyordu ancak bu insanlar gerçekten tertemizdi. Tan en iyisi yalanı ortaya çıkmadan,iletişimi sıfıra indirgemeli ve derhal topuklamalıydı onların hayatından.
Yemekten çıkan bir uzun saç teli misali bakılmasını istemiyordu kendisine. O hep kafalarındaki komik,eğlenceli, masum yüzlü elmas gözlü küçük kardeş olarak kalmayı tercih ediyordu.