Keyifle bir ıslık tutturup elleri cebinde ilerledi Tan okul çıkışında.
Yanında Gülçiçek vardı ve sanırım buzdan duvarları biraz olsun erimişti. Yani Tan'ın siyasetlerinden biriydi. Gülçiçek'in Ulaş'a alıcı gözle bakıp platonik takılması asıl mesele değildi. Asıl mesele Tan ile ilgili kırıcı ve yıpratıcı yorumlar yapmış olmasıydı Filiz'in doğum günü gecesinde. Onun arkadaş olmaya değer biri olmadığını ve herkesin arkasından konuştuğunu belirtmişti.
O an Tan'ın zihninde beliren tek şuydu acıtan; Onlar benim arkamdan ileri geri konuşurken sen ne yapıyordun ? Senin olduğun yerde benim hakkımda bu şekilde konuşulmasına nasıl tolerans gösterebildin.
Aslında esmer fırtınadan çıkmamıştı asıl mevzu. Asıl mevzu Gülçiçek'in Tan'ın kalbindeki konumuydu. Kendi anne babasıyla bile limoni olduğu zamanlarda da dahi bu kızın yeri ayrıydı. Onu kaybettiği ve hiç tanımadan hayata gözlerini kapatan ablası Eylül konumuna koymuştu. Bir kız kardeşi gibi sevmişti. Onu dostu bellemişti.
Tan'ın hikayesi Gülçiçek ile başlamıştı. Bu kadar kritik ve hastalığın ölümcül pençesinde olmasa Tan bile boyundan büyük bir yalana girişmezdi misal. Aylarca kandırmıştı Ulaş'ı. Şimdilerde kalbinin tek sahibi olan adamı yani. İlki ve sonu. Hem yarası hem yara bandı olanı. Ve asıl ablası Eylül'ün pozisyonunda olup her daim şefkatli ellerini uzatan Filiz'i. Bazen sinir bozucu olsa da Ulaş'ın en yakın arkadaşı olan Fatih'i bile incitmişti yalanı. Ulaş'ı bir daha üzgün görme endişesiyle haklı bir nefret beslemişti en yakını. Ve babacan Harun'u bile yalana boğmuştu Tan.
Hepsi Gülçiçek içindi. Bu kadar büyük bir yalandan doğacak aşk hikayesinin tohumlarını atan toprağa ve sulayan o kızdı.Tüm bunlara rağmen nasıl oluyordu da Tan'ı çok değil sadece bir kaç ay önce karaktersiz olmakla suçlayabilmişti anlamıyordu.
Tan böylece onu diğer arkadaşlarından biriyle sevgili ederek kendi ilişkisinden uzak tutsa da yine de kırgınlığı geçmemişti. Gülçiçek buna değmezdi. Onun için kurşunların önüne atlardı zira Tan. Onun için yalanlar söylerdi sevdiği adama. Onun için bir uçaktan bile atlardı yeter ki sıhatli bir ömre kavuşsun diye. Ve malesef yine olsa ve yalan söylemesi gerekse,Ulaş'a yeniden o yalanı söyler acısını kendi yağında kavrularak çekerdi Tan.
Lakin Gülçiçek bunların hiç birini Tan için yapmazdı.
Ve burada Tan için arkadaşlık kavramı anlamını yitirmişti. Gülçiçek onun not taşıyıcısıydı. Tan her zaman olduğu gibi okulda tek kalmamak için kendine arkadaş grubu kurmuştu en ışıltılılardan. İneklerle arası iyiydi not alacaktı,popülerle arası iyiydi kendini gösterecekti. Ne bileyim kabadayılarla iyiydi ki kimse ona bulaşmasın ve mevzu olduğu takdirde aradan sıyrılsın.
Ve Gülçiçek çoğu zaman iyi bir paravandı. Bazı kızlar onu sevgilisi zannettiği için yanına yaklaşmıyordu ya da Gülçiçek çoğu zaman Tan'ın vakit geçireceği iyi bir boş zaman aktivitesiydi. Zalimlik değildi.
Davranışlar davranışları belirliyordu ve Tan da oyunu kuralına göre oynuyordu. Kullanması gereken yere kadar kullanıyordu. Tıpkı önceki tüm insanlara yaptığı gibi.
Ulaş'a verdiği yemin,sevdiklerine yalan söylememek üzerine kuruluydu ve Gülçiçek artık bu klasmandan yitip gideli epey oluyordu ?
Ne yapsın Tan. Omuz silkti. "Aptal."diye mırılandı kız otobüse bindiğinde ona gülümserken dişleri arasından. "Ne konuştu be.."
Tan da ardından minibüs durağına yürüyüp iki saat sonra nöbeti bitecek olan Ulaş'ın çıkışına yetişmek üzere hastaneye ilerledi. Lakin bugün hastaneye geliş amacı Harun ile kahve içip havadan sudan sohbet etmek değildi. Ya da Filiz ve Fatih arasındaki bir neticeye ulaşamamış tansiyonun dengelerini oynatıp alavere dalavere çevirerek onları çift yapma çabasına girmeyecekti.