"Sormadan bulamadım
Belki de ben yolumu kaybettim
Okusam da, söyleyemem adını
Çünkü ben seni suya hapsettim..."
2 Hafta.
Aradan geçen iki koca haftanın sonunda Tan odasındaki duvarlarla sırdaş olmuş , etrafını çevreleyen soğuk beton yığınlarını yoldaşı bilmişti.
Vücudunun şekli çıkmış yatakta cenin pozisyonunda kıvrılıyor ne doğru düzgün bir şeyler yiyebiliyor ne de hayata kaldığı yerden devam edebiliyordu. Günleri kendini odasına kapatarak hatta haftalardır bu odanın kapısından adım bile atmayarak geçmişti.
Boğazından giren tek lokma annesinin midesini tutsun diye koyduğu peynir ekmekler idi. Yemek yer gibi olduğunda midesi bulanıyor ve öğürmesini engelleyemeden lavaboya koşuyordu. En azından biraz tuzlu peynir,ekmek ve su midesini yatıştırıp hayatta kalmasına yardım ediyordu.
Pişmanlık yağlı bir ip gibi dolanmıştı boynuna ayaklarının altındaki hayallerini temsil eden iskemble çekip gittiğinde nefessiz kalmak kalmıştı Tan'a.
Sızlayan göğüs kafesiyle birlikte içli bir ağlama krizine daha girdi. Durduramadığı ani hıçkırıklar,sel misali boşalan yaşlar vücudunu daha zayıf hale getirirken Tan dizlerini karnına çekip derin bir iç daha çekti.
Bir kere bile aramamıştı Ulaş.
Küfür etmek için bile olsa aramamıştı. Kabahatini yüzüne vurmak için bile aramamıştı.
Küfür etmeliydi,kabahatini yüzüne vurmalıydı hatta o güzel gülüşü ile kinayeli bir sesle "abisi" diyerek büyüklük taslamalıydı Tan'a. Yapmamıştı,uzak dur diyerek arkasına bile bakmadan çıkıp gitmişti.
"Yalan söylemene kızmadım,gözlerin ışıldayarak yalan söylemene ,yalan yok dedikçe devam etmene kızdım."
Beyninde çınlayan sesle acı bir inleme salıveren Tan ağzını yastığa bastırıp hafifçe dişledi uğultusunun son bulabilmesi için. Sinirle kendi yüzüne geçirdiği tırnakların tatlı yanmaları yüzünde ağırlık oluştururken korkunç baş ağrısı ile lanetlenmişti belki de.
Bir sevdanın baş karakteri olabilecekken kendi kendini bitirip basit bir yaz aşkı bile olamamıştı. Oysa ki en çok korktuğu şey Ulaş'ın üzüm karası gözlerinde bu konuma düşmekti. Basit bir yaz aşkı,gelir geçer bir heves olmak...
Onu bile başaramamıştı Ekin Tan.
Mahvetmediği şeylerin listesi pek azdı. Mahvettiği şeyler ise buradan dünyanın öteki ucuna dek açılan bir köprü oluşturuyordu. Mahvettiği şeyler arasında ruhundan bir parça koparıp gama kedere zift gibi bulanmasına neden olan yegane kişi ise Ulaş idi.
Onun o ışıldayan gözlerinin donuk ve mat birer öfke kuyusuna dönüşmesine an ve an tanık olurken ölümün soğuk nefesini hisseder gibi can vermişti adeta. Dizlerine kapanıp her şeyin bir hata oluşunu söylemek istese de Ulaş bir zamanlar Ülkü 'yü nasıl görmezden geliyorsa aynı tavırı Tan'a sergilemişti.
Cevap bile vermemiş,bir bakışını çok görmüştü ondan. Aciz ruhu umutsuzca son bir bakış ve sesleniş için kıtaları sırtlanmaya hazırken elinde kalan kurak bir toprak parçası bile değildi.
Kapının hafifçe aralanmasıyla birlikte Tan nefesini ve iç çekişlerini tutarak uyuyormuş taklidi yaptı. Annesine anlam veremiyordu.
Kim yine de her şeye rağmen Tan'ı severdi ki?