Medya : Şarkıyı bilenler dilerim ki dinlediklerinde sızılarını tekrar hissetmezler,şarkıyı bilmeyenlerin ise dinlemesini öneririm ancak umarım dizeleri derinden hissetmek zorunda kalmazsınız hayatınızın hiç bir noktasında...❤
"Koşmuşum düşmüşüm kalkmışım
Sevişmek sevmekten gelir inanmışım
Elimden tuttuğunda öyle bir güvenmişim ki
Bize bir şey olmaz sanmışım...."
Mayın tarlasında bir adam sevmişim aşk sanıp da diyordu şarkıda Şebnem Ferah. Tıpkı Ulaş gibi. Soyunup korkusuzca çırılçıplak kalmış,aşk filmlerindeki gibi varsaymıştı kendi konumunu. Öyle sevmişti.
Sonunda ise Ulaş'ın bedeni sağlam bulunmuş ancak yüreği paramparça halde kalakalmıştı...
Elleriyle özenle sulayıp büyüttüğü çiçek boynu bükük solgun gibiydi içinde bir yerlerde. Ulaş elindeki telefonun ekranına bakarken hissetme yetisini kaybetmişti.
Boşluğu elleriyle yakalamak gibiydi telefonu elinde kavramak. İmkansız ve ötesindeydi. Şimdi zangır zangır titreyen eli telefonu sıkıca kavrarken yıllardır gözünden dökmediği yaşlar birebir boşalıvermişti yılların hıncını alırcasına.
Sanmıştı ve bu dünyanın en ağır fiiliydi umutsuz aşıkların lügatında.
Seviliyor sanmıştı. Kar beyaz rengi tende allanan yanaklar nasıl olurda utanmazdı? Elmas mavilerin parıltıları da yalan olamazdı ya? Candan gelen gülüşün kalbinden kopup gelmediğine de inandıramazdı kimse. Sanmıştı,o öyle sanmıştı.
Tan ona göre kusursuz bir melekti. Ulaş'ın sevda kepengi ile kapanmış gözlerinde öyleydi,melekti.
Oysa Tan, sadece düşmüş meleklerin en güzeliydi. Bir zamanlar yaratıcının gözdesi,en kıymetlisiydi. İçindeki bitmek tükenmez fesat tohumlarıyla birlikte baş kaldırarak cenneten düşen ,sürgün edilmiş bir melekti.
Güzelliği kusursuzlukla donatılmış ancak içeriden şeytanın kelimelerini fısıldayan bir yankıdan ibaretti. Işığı getiren,aynı zamanda ışıkları da ebediyen kapatan melekti.Ulaş,sahip olduğu güvenin son kırıntılarının Tan'ın ayakları altında ezilişini izlerken hıçkırığını bastırıp,yaşların gözünden boşalıp gitmesine izin verdi.Yarım saat önce tüm ömrünü uğrunda feda ederek bin derda deva olacağına inandığı beden yatakta uzanırken kanlanan gözlerini nefretle Tan'a dikti Ulaş.
Bu kadar basit ve ucuz olabileceğini tahmin edemezdi.
Birinin kendine bu konumu yakıştırabileceğini düşünmezdi.
Ulaş sırtını yasladığı duvarda Tan'ın telefonunu sıkıca tutarken nefretten siyahın karasına çalınan gözlerde her duygudan eser miktarda mevcuttu. Hiçbir şey içindeki kırgınlık hissini gölgelememekteydi. Dillere pelesenk deli öfkesi ve gururu bile geri plandaydı.
Kırgın,yorgun ve tükenmiş biriydi artık. Ruhunu ruhuna deva etmek istediği kişi ruhuna en derininden bir yara bırakacak şekilde ağır yaralı bırakmıştı.
"Neden?" diye mırıldandı Ulaş kendine.
"Ben sana ne yaptım?"acıyla ve nefretle fısıldadı Ulaş.Lanet olsun ki hala uykusu bölünmesin,uykudayken korkmasın diye sesini yükselemeyecek bağıramayacak kadar aşıktı o yalan dolu ruha.
Oysa saatler önce kokusuna ve tadına doyarak koynunda uyuttuğu çocukla uzun bir ömre dair berrak bir gelecek tasarlamıştı zihnindeki dilsiz rüyalarda. Eli,ellerinde. Gözleriyse gözlerinde. Kokusunun çalındığı her adımda hayata dönecek tekrar tekrar aşık olacaktı Tan'a.