Medya : Bu parça kesinlikle değişik bir enerji yüklüyor insana. Yumuş yumuş hissettiriyor ❤
"Bir çiçek duruyor
Kapımın önünde
Hüznü isyanlarla
Onu da sen öldürme..."Görünmez eller tarafından boğazı sıkılırken son bir nefes vermeye çabaladı Tan. Sanki ciğerlerine doldurduğu hava oraya hapsolmuş,müebbet hüküm giymiş gibiydi. Son defa verebilmek için kendini zorlasa da saklı kaldığı ciğerde köksalan nefes orada kalmaya devam etti.
Çarşafa boncuk boncuk dökülen ter damlaları saçlarının ve ensesinjn nemlenmesine neden olurken Tan kabusundan sıçrayarak uyandı.Gözlerinden bir damla yaş süzülürken ıslak kirpiklerinin verdiği ağırlıkla doğruldu yataktan. Kalbi sanki demir bir kafeste sertçe oradan oraya savruluyor,paramparça ediliyordu. Kaskastı kesilen vücudu ağzından ve burnundan dolan hava ile biraz olsun gevşerken sıkılı yumruklarını gevşetti Tan.
Yanındaki boşlukla beraber çarsafa avuçları sıkıca dolanırken sanki 1.90 boylarındaki esmer fırtına ufak bir çocukmuş da çarşafa saklanabilirmiş gibi Tan elleriyle çarşafın altında aradı Ulaş'ı. Yoktu esmerin bedeni yanında.
Tıpkı rüyasındaki gibi...
Esmer fırtınanın sıcaklığı,kokusu ve güzel vücudu yoktu.
Yine gitmişti.
Yine terk etmişti işte Tan'ı.
Tan yeniden onun yatağında yalnız uyandığı sabaha dönerken dudaklarını dişleyip acılı bir inlemeyle gözlerinden yaşların süzülmesine izin verdi.Yine görmeyecekti Ulaş. Yine duymayacaktı Ulaş. Tan yine esmere hasret kalacak,gözlerine değmeyen üzüm karalarının hasretini pranga edecekti kendine. Tan acıyla inleyip seslice yutkundu.
"U-ulaş?"diye mırıldandı ayaklarını boşlukta sallandırırken. Tenine temas eden halıya ayaklarını yalpalayarak basarken dizlerine kadar uzanan tişörtü çekiştirdi.Acele adımlarla odadan çıkarken gözyaşlarıyla yıkadığı solgun yüzü musalla taşı kadar beyaz haldeydi. Basamakları ikişerli adımlarken dengesi savruluyor,neredeyse yeri boylayacak kadar sarsak adımlarla ilerliyordu Tan.
"Ulaş?"diye inledi ses gelmeyen evin içinde.Daha fazla dayanamadan iç çeke çeke ağlıyordu merdiven basamaklarından birine oturup.
Cılız,yaralı bacakları vardı tıpkı ruhu gibi.
Ancak ve ancak bir çocuğa ait olabilecek kadar cılızdı bedeni de ruhu kadar. Morluklar,çizikler ve kabuk tutmuş yaralarla kaplıydı.Tan her zaman için bisikletten düşen o yaralı haylaz çocuktu.
Dağınık sarı saçlarını dizine döküp,yüzünü kollarına gömdü Tan. Ulaş'ın ne bedeni,ne sesi ,ne de ona dair olan herhangi bir izi mevcuttu evde.
Yine ne hata yapmıştı Tan? Yine Ulaş'ı kaybedecek bir hata mı yapmıştı. Yalanı yoktu ki başka.Anadan üryan bir bebek kadar savunmasız ve çırılçıplak günahsız kalmıştı Ulaş'ın karşısında. Eteğindeki tüm taşları dökmüş,ruhundaki bütün bereleri göstermişti.
Dilindeki sivri zehirin tümünü de ilk tanışmalarında akıtmıştı zaten...Tan sırtını duvara yaslayıp acılı bir iniltiyle hüngür hüngür ağlamaya devam ederken bahçe kapısından içeri adımlayan Ulaş elindeki fırın poşetini sallaya sallaya ilerliyordu kapıdan.
Tan kendi iç çekişlerinden ve sızlanmalarından esmerin ayak sesini duyamayacak kadar kaybolmuş bir savruktu."Tan?"diye mırıldandı Ulaş korkuyla.
Elindeki poşeti telaşla bir köşeye fırlatırken acele adımlarla merdiven basamaklarına adımladı.
Esmerin yüzü solmuş,korkudan beyazlanmıştı şimdi.
Göz bebeklerinin içi titriyordu korkuyla."Sevgilim?"diye mırıldandı Ulaş.
Tan'ı sıkıca sararken altın rengi nemli tutamlara bir buse bırakıp parmak uçlarıyla okşadı bileklerini.
"Bebeğim ? Düştün mü? Neren acıyor? Yavrum noldu?"