Bölüm 35

13.4K 1.2K 138
                                    


Hayatın kendine ait bir ironi anlayışı vardır. Bazı sıradaşı günler de tıpkı diğer günler gibi başlar. Hayat sakin ve kendi rutininde akarmış gibi. Ama aslında geçen her saniye o son bam! etkisini daha sert hissettirmek için iyice bilenen bıçaklardan başka bir şey olmazdı.

Ve o gün de sıradan başladı. Zaten insanların tüm hayatlarının başına geçtiği günler hep bir diğer günle aynı şekilde başlamaz mıydı? Takvim yaprakları 18 Mart'ı gösteriyordu. Devran dokuz gündür nefes almıyordu. Hayat dokuz gündür olağan ritminden biraz farklı da olsa akıp gidiyordu.

Bir kadın, sadece bir hafta önce bir kızın tüm yıkılmışlığına sahne olmuş bir evde bir adamın göğsünde doğurdu güneşi. Bir adam küllerinden doğup hayata meydan okuyan bir kadının kollarına uyandı yeni güne.

Ve güneş tıpkı bir önceki gün gibi doğudan yükseldi yine, yaşanmış ve yaşanacak tüm hezeyana rağmen yine batıdan batacaktı, tıpkı bir önceki gün gibi.

Saye, Pars'ın kollarının korunaklı huzurunda açtı gözlerini. Ondan daha erken uyanmayı hiç başaramamıştı. Pars sırtını yatak başlığına yaslamış, yüzünü seyrediyordu. Saye uyku mahmurluğuyla yüzünü ovuşturup esnedi. "Günaydın."

"Günaydın, gün ışığı."

"Ne kadar süredir beni izliyorsun?"

"Yeterince uzun süredir değil."

"Vay be Pars Moyan'ın bu kadar romantik olacağı kimin aklına gelirdi."

Saye cümlesini gösterişli bir kahkaha ile süsledi ancak kahkahası uzun bir esnemeyle kesildiğinde bu kez gülme sırası Pars'taydı.

Saye kendisini herhangi bir şeye sinirlenemeyecek kadar mutlu, huzurlu ve gevşemiş hissediyordu. Bu duygu ona oldukça yabancı ve rahatsızlık vericiydi bir yandan da. Aklından geçenleri Pars da sezdi. Kadın böyle savunmasız olduğu anlarda açık bir kitap gibiydi. Gözleri hafifçe kısılıyor, iki kaşının ortasında hafif bir çukur oluşuyor, sağ kaşının dibindeki küçük, kahverengi ben yaptığı mimik yüzünden görünmez oluyordu.

"O güzel aklından ne geçiyor."

Saye ilk kez iç güdülerini dinlemek istemedi. Kendini ana bırakmak, hayatı gelişine yaşamak istedi. Ama içinde yükselen o ses, kalkanlarını indirmesinin hata olduğunu söyleyen o sese kulaklarını tıkamak...

Pars uzanıp Saye'nin çenesini tuttu. "Yapma." Kadının yüzüne düşen bir tutam saçı gözünün önünden çekip bir vaşağınkileri andıran parlak, ela-sarı gözlerine dikkatle baktı. "Beni dışarıda bırakma. Konuşalım."

Saye onu daha fazla itemeyeceğini biliyordu. Pars görmezden gelebileceğiniz o adamlardan değildi. Pars "O" adamdı. Ya düşmanınız olan ya da can dostunuz, hayatınızı emanet edeceğiniz "O" adam. Ama asla etkisiz eleman değil.

Adamın kendisi için açılmış koluna biraz daha yerleşip ona iyice sokuldu. "Önemli bir şey değil." dedi sakin bir sesle. Kimi sakinleştirmeye çalıştığından emin değildi, kendini ya da onu olabilirdi. "Sadece" diye devam etti, aynı sakinlikle "Bütün bunlar benim için çok yeni. Ben asla gardımı indirmem, hep savaşa hazırımdır, ailem hariç kimsenin bana bir kol mesafesinden daha yakın durmasına izin vermem. Benim hiç en yakın arkadaşım olmadı, kuzenlerim vardı. Ve onlar bile..."

"Onlar bile en derin sırlarını bilmiyordu, değil mi?" diye tamamladı Saye'nin cümlesini.

Sır... bu konu her açıldığında Saye neden tedirgin olduğunu bilmeden tedirgindi. Pars'a sırrını anlatmış olmakla alakalı değildi. Aklının gerisinde bir yerde onu rahatsız eden bir şey vardı. Sanki hatırlaması gereken, duyduğu ya da gördüğü ama yakalayamadığı bir an. Tutamadı.

Aşkta ve Savaşta (Mükemmel Planlar Serisi 4)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin