Saye yorgun ama huzurlu bir sabaha gözlerini açtı. Aynı gökyüzünün altında birilerinin kurduğu planların kendisini nasıl etkileyeceğinden habersiz yılın ilk ayının soğukluğunun vurduğu Edremit havasını ciğerlerine doldurdu.
Yorgun ama heyecanlıydı. Yıllardır peşini kovaladığı işin meyvelerini toparlama vaktiydi artık. Ayağa kalktığında eski evin içi sıcak olsa da üzerindeki kiraz desenli beyaz pijamalarının üzerine pelüş sabahlığını giydi. Gözü aynadaki aksine takıldığında istemsizce kıkırdadı. O toplantı salonlarının meşum patronu ya da gece kulüplerinin vamp kadını değildi. Makyajsız yüzü, kar topu gibi görünen sabahlığı ve kalın çoraplarıyla olduğu kadından başka biri gibi duruyordu. Çok daha zararsız.
Odadan dışarı çıkıp konağın ahşap merdivenlerinden aşağı inmeye başladı. Eski konak son derece bakımlı olsa da insanı hüzünlendiren bir nostaljisi vardı. Artık pek az kişi gelip gidiyordu aileden de Nil ve Mercan genellikle dağ evini kullanırken İklim, Edremit'e pek uğramazdı, uğradığı zamanlar da Birimde kalmayı tercih ederdi. Güray ve Ayaz zaten Edremit'e geldikleri zaman büyük patronlar oldukları için fabrikanın ayarladığı oteli kullanırlardı. Zaten diğer kuzenleri ne fabrikanın ne konağın sokağını bilirdi. Konağa bir Saye bir de dedesi gelirdi.
Kış bahçesi olarak kapatılmış bölüme geçip masaya oturdu. Sevgi çayını getirip bıraktı, hemen ardından da günlük gazeteleri masadaki yerini aldı. Bu da Doğan Güray'dan kalma bir alışkanlıktı. Saye haberleri ve gelişmeleri kendi tabletinden takip ederdi. Dedesi ise elbette daha eski usul bir davranış sürdürürdü. Ve evin emektarları Kadriye-Osman çifti elbette Doğan Güray'ın aşina olduğu düzeni o yokken bile sürdürmekte kararlıydılar.
Saye, Sevgi'nin kurduğu masaya göz atıp derin bir soluk verdi. "Yeter sevgi. Kim yiyecek bu kadar şeyi."
Ama cümlesi biter bitmez tabağına bal kaymak sürülmüş kocaman bir dilim köy ekmeği bırakıldı. "Hiiiççç söylenme Saye Hanım. Gaganız çıkmış çalışmaktan. Aha o Nil Hanımla Mercan Hanım da öyle. Şu haline bak belin kürdan kadar kalmış. Bitiricen tabağına ne konduysa."
"Kadriye abla." Saye bir ümit itiraz etse de bal kaymaklı ekmeği köy tereyağlı olanı izledi.
"Kadriye abla deme bana. Hiç sökmez bana senin o patron havaların. O tabak bitecek."
Saye sonunda savaşmaktan vazgeçip makus talihini kabullendi. Kadriye Hanım onu bir daha yemek görmeye tahammül edemeyecek bir noktaya gelene kadar yedirdikten sonra nihayet kadını ikna edecek kadar yemeyi başarmış ve günün ilk kahvesini içmeye hak kazanmıştı.
Tam kahvesinin o buram buram kokusunu içine çekerken birden kapı açıldı Kadriye Hanım içeri girdi. "Saye Hanım. Pars diye biri kapıda seni görecekmiş."
Cümle biter bitmez Pars kapıda belirdi. "Burada ne arıyorsun, Moyan. Seni görmek istemediğimi söylemiştim."
"Seni de görmek güzel Saye. Nasılsın."
Saye huysuz bir tavırla gözlerini devirdi. "Sen gelene kadar günüm şahaneydi, Pars. Sen gelene kadar. Noktaları sen birleştir."
Pars yanındaki koltuğa oturup aralarında duran sehpanın üzerinden Türk kahvesini aldı. Saye'nin kahvesini. Saye bunu Pars'a da hatırlattı. "O benim kahvem."
"Hmmm." Pars ona cevap vermek yerine kahveyi höpürdeterek içip telefonunun ekranına bakmaya devam etti. Sonra bir yudum daha aldı. Bir öncekinden daha yüksek bir höpürdeme eşliğinde.
"Kahvemi bırak."
"Hmmm."
"Hımlama bana. Kahvemi ver."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşkta ve Savaşta (Mükemmel Planlar Serisi 4)
RomansaAşkta ve Savaşta her şey mübahtır... Güzel... Güçlü... Tutkulu... Acımasız. Saye Güray bitti demeden perdeler inmez. Güzelliğinin ardında tehlikeli ve tahmin edilemez doğasını gizleyen Saye'nin rakibi bu kez en az onun kadar acımasız. Tüm gözler Par...