Saye yüzünde pek az kişinin karşı koyabileceği o eşsiz gülümsemesiyle dans pistinde Ercüment Demirağ'ın kollarında dönerken sırtına dikilmiş o keskin bakışları hissedebiliyordu. Bir şekilde onun bu davete geleceğini hissetmişti. Nasıl olduğunu bilmiyordu ama hissetmişti. Adeta savaş boyalarını sürer gibi hazırlanmıştı bu geceye. Üzerindeki şampanya rengi elbisesinden, Loretta Young misali ensesine bukleler halinde dökülen saçının her bir tutamına kadar büyük bir savaşa hazırlanmıştı. Elbisesindeki püsküller zırhının dikenleri, topuklu ayakkabıları savaş silahıydı.
Salonu ince ve zarif bir tınıyla dolduran müzik eşliğinde partnerinin onu döndürmesine izin verdi. Saye vals kadınlarından değildi. O melodik rutin ona göre değildi. Yaptığı her şeyde iyi olmak gibi bir saplantısı olmasaydı vals müziği duyduğunda çığlık çığlığa kaçmayı tercih ederdi. Elini zarifçe kaldırmak, aynı yumuşak gülücükle sanki bir bölüm önce ayakkabısını kaybeden şapşal o değilmiş gibi bir prensin kolunda dönüp durmak hiç ona göre değildi.
Vals bir uzlaşıydı. Bütün kavgalar bitmişti, bütün kırgınlıklar rafa kaldırılmıştı. Sakin huzurlu bir Pazar kahvaltısıydı. Bütün hafta hasret kalınan cumartesi sevişmesi değil.
Saye vals yaparken yine her zaman olduğu gibi kendisini eğreti hissetti. Belki de dedesi bu yüzden her sene balonun açılışını İklim'le yapardı. İklim o sahnede o kadar kusursuz görünürdü ki... Eski bir balerin olarak kuğu misali süzülürdü sahnede. Saye ise... O daha çok barın üzerine çıkıp dans eden o kötü kızlardandı. Okula giderken eteğini belinden kıvıran, okulun arka bahçesinde oğlanlarla öpüşen....
Olması tasvip edilmeyen her ne varsa o Saye'ydi. Ve Saye bundan ne kadar büyük bir zevk aldığını hiç kimseye anlatmamıştı. Bu onun küçük, kirli sırrıydı.
O esnada Ercüment onu döndürdü ve Saye bir an adım kaçırdı. O obsidyen, kara gözleri üzerine dikili gördüğünde bir an zaman ve mekan anlamını yitirdi. Çok kısa bir an. Saye'nin gerçekliğe derhal döndüğü kısa bir andı ama o bir an bile Saye'nin kendisini çırılçıplak hissetmesine neden olmuştu.
Bedenin çıplaklığına alışkındı o. Bedeni ilk kez çıplak kaldığında on altı yaşındaydı daha. Ruhunun çıplak kalması ise... Ondan hiç hoşlanmazdı. O kısa an bile Pars'tan nefret etmesi için yeterliydi. Ve bir sonraki an yeniden Saye Güray'dı, o, ruhu fırtınada örselenmiş bir çocuk değildi. Son on üç yıldır değildi. Kendini toparlayıp Pars'ın bakışlarının dikkatinden uzaklaştı.
Müzik sona erdiğinde elini dudaklarına götürüp nazikçe öpen Ercüment'e kibarca gülümsedi. Ercüment tıpkı bir centilmen gibi onu abisinin yanına götürürken koluna girdi ve Saye, Pars'ın delici bakışlarını sırtında hissedebiliyordu. Ayaz'ın alaycı bir kavis çizen kaşlarından abisinin de adamın bakışlarından haberdar olduğu belliydi. Ercüment abisinin yanına geldiklerinde gülümsedi. Yakışıklı bir adam değildi ama güzel bir gülümsemesi olan cana yakın bir adamdı. "Güzel bir kadınla güzel bir dans... Teşekkürler Saye Hanım." Başıyla kibar bir selam verip uzaklaşan adamın ardından gülümsedi.
"Vay vay vay... Burada bir ateş var sanki."
Abisine ters bir bakış attı. Aralarında sekiz yaş olsa da Ayaz'la hem Taner hem de Sencer'le olduğundan daha yakındı. "Adam evli" dedi abisinin kastettiğinin Ercüment olmadığını bile bile.
Ayaz tuzağına düşmedi. "Son baktığımda hala bekardı."
"Son baktığımda hala bir nişanlısı vardı."
"Sen kazandın!"
"Ben her zaman kazanırım."
Ayaz önlerinde duran garsonun elindeki tepsiden iki kadeh şampanya alıp birini ona uzattı. "Her zaman kazanamazsın, ufaklık. Dedemin söylediklerine fazla kulak asma."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşkta ve Savaşta (Mükemmel Planlar Serisi 4)
RomanceAşkta ve Savaşta her şey mübahtır... Güzel... Güçlü... Tutkulu... Acımasız. Saye Güray bitti demeden perdeler inmez. Güzelliğinin ardında tehlikeli ve tahmin edilemez doğasını gizleyen Saye'nin rakibi bu kez en az onun kadar acımasız. Tüm gözler Par...