TANIŞMA

5.3K 412 49
                                    


   Seccadem olmadığı için yere serdiğim havlumu işim bitince silkeleyip ranzamdaki yerime geçtim. Osman abinin ve az önceki ülkücünün de işleri bitmiş yataklarına geçmişlerdi.  Osman abinin yanına yanaşıp:

   "Abi sana bir şey sorabilir miyim?"

" Sor oğlum"

" Az çok görüntüleri kendilerini ele verse de sen yine de anlatır mısın bu deliği kimlerle paylaşıyoruz." deyince başını önce sağa sola sallasa da ardından anlatmaya başladı:

" Az önce namaz kıldığımız ülkücülerin reisi Ertuğrul, altındaki ranza da güzel sanatlardan Cüneyt , yan ranza da üste kalan ise Fatih Matematik öğretmenliği. Fatih'in altındaki ranzada Turan kalıyor edebiyatçı hepsi de siyasi suçlular. Taraflarını söylememe gerek yok sanırım." dediğinde o gruba bakıyordum. Elinde kitap olan reis bakışlarımızı sezmiş olmalı ki kitaptan başını kaldırmadan göz ucu ile bize bakıp tekrar kitabına döndü. Adamın anlık bakışı bile içimin donmasına yetti.

  "Reis Hukuk okuyormuş. Eylemden toplayıp getirmişler. Yanlarındaki ranzada ağır abiler var oğlum. Onların başı da Ahmet ağadır. Aslında siyasiler gelmeden önce koğuş ağasıydı. Şimdi ise reisle ikisinin koğuşta sözü geçiyor. Üst ranzanda Salih kalıyor. Pavyon fedaisi imiş, adam yaralamaktan içeride. Köşede kiler ayak takımı uyuşturucu, hırsızlık, ufak suçlar ama yer olmadığı için buraya yerleştirildiler. Son olarak  ben Yani Osman abin cinayetten içerideyim. Gerisini zamanla tanırsın." dediğinde gözlerimle son kez koğuşu turlayıp Osman abiye döndüm:

  " Tahminde bulunmam doğru mu bilemiyorum ama pek bilerek adam öldürecek birine benzemiyorsun abi" dediğimde güldü:

" Göründüğünden daha zekisin evlat. Aslında küçük bir bakkalım var. Hanım,ben ve amca oğlumla yaşıyorduk. Mahallede uğursuz tipler peydahlanıp haraç kesmeye başladı. Önceleri sineye çektim herkes gibi. Ama onlar bunu fırsat bilip azıttılar. Gerisini tahmin edebilirsin herhalde."

İçimde oluşan burukluk yüzüme yansımış olmalı ki Osman abi hafifçe tebessüm etti. Herkesin bir hikayesi vardı, kimisi anlatılabilir kimisi anlatılamaz. Kerim'in hikayesi bilindik olsa da Kerime'nin hikayesi sıra dışıydı. Bu nedenle sustum, benden beklenmeyen bir sessizlikle. Sessizce insanları incelemeye başladım. Daha önceleri insanları anlamakta güçlük çektiğim için insan analizi üzerine yardım almıştım. Bu sayede işlerimde ki insan faktörü ile olan savaşta avantaj sağlama şansım olmuştu. Umarım bu bilgi ve deneyimim burada da işime yarardı. Düşüncelerimin oluşturduğu denizde boğuşurken koğuşun kapısı açıldı. İçeri gardiyan olduğunu tahmin ettiğim orta boylu , pos bıyıklı, esmer bir adam girip:

" Bu gün kahvaltı sırası kimde?" dediğinde reis okuduğu kitabı kapatıp yerinde doğruldu:

 " Fatih ve Cüneyt'te" deyince gardiyan:

" Kaldır onları beş dakika sonra geliyorum" deyip tekrar kapıyı kapattı. Reis yerinden yana kayıp Fatih'i dürttü:

"Fatih kalk kahvaltı sırası sizde Cüneyt'i de kaldır." dediğinde Fatih garip sesler çıkararak yerinden doğruldu ve elleri ile gözlerini ovuşturarak bir süre ayılmaya çalıştı. Ardından ağır kulu hareketlerle ranzadan inip Cüneyt'in yanına oturarak onu dürtmeye başladı. Hareketlerini dikkatle takip ediyordum ki onları çözümleyebileyim. Ama bunu yaparken de insanları tedirgin edip tepkilerini çekmemeliydim. Cüneyt'te yataktan kalktığında ikisi de tuvalete gittiler. Diğer yataklarda da hareketlen başlayınca koğuştakilere dikkatimi daha fazla verdim. Bu sıra da başımın üzerinden sarkan ayaklarla irkildim. Ayakların sahibi çevik bir hareketle aşağı zıplayıp ranzanın altındaki terlikleri giydi. Benden kısa , yapılı, asker tıraşlı adam terliklerini giydikten sonra bana dönünce yuvarlak yüzü ve sağ gözünün altından dudağının kenarına doğru inen derin yara izi dikkatimi çekti. Kısa bir süre beni süzdükten sonra:

" Şimdi nasılsın? Hala ağrın var mı çocuk?"

" Öldürmüyor." diye cevap verdiğimde adının Salih olduğunu Osman abiden öğrendiğim adam sağ ayağındaki terliği çıkarıp yatağıma basarak üst ranzaya çıktı. Kısa süre sonra inip önüme bir ilaç attı.

" Yemekten sonra içersin." deyip terliğini giyerek o da tuvalete yöneldiğinde kucağımdaki ilaca kuşkuyla baktım.  O an dudağımın kenarı yukarı doğru kıvrılıp yüzümü bir tebessüm kapladı kucağımdaki ilk Türk yapımı ağrı kesici olan gripindi. Görüntüsünün aksine merhametle donanmış Salih'e dönüp ön yargılarımı 50 yıl sonrasında bırakmaya karar verdim. 

   Bu sırada Fatih ve Cüneyt işlerini görüp yataklarını kapattıktan sonra üzerlerine birer hırka aldıklarında koğuşun kapısı açılıp az önceki gardiyan kapıda belirdi. İkisi de anlaşmışlar gibi sessizce gardiyanın peşine takıldıklarında koğuşta sabahın telaşı başlamıştı bile.

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

   Yemek masasına Osman abi ile birlikte oturduk  Sıkış tepiş olsa da hayatımda yeri olmayan bu hareketliliği dikkatle izliyordum. Farklılıklarına , küçük sataşmalarına rağmen sofraya saygıyı ihmal etmeden yemek yiyen insanlara baktım.  Tolga'nın ısrarlarıyla aldığım o kocaman evin ıssızlığının yanında bu küçücük koğuşun canlılığı bana daha önce hissetmediğim duygular hissettiriyordu. O sırada masaya vurulma sesi ile soluma döndüm. Yaşının 30 larının ortasında olduğunu tahmin ettiğim göbekli, sandviç yanaklı bir adam elindeki radyoyu yaratıcı küfürler eşliğinde masaya vuruyordu. Kaşlarımı "Neler oluyor?" manasında kaldırıp şaşkın şaşkın adama bakarken:

  "Bu Bekir ve o da elinden düşürmediği yoldaşı. Ama bir haftadır düzgün çalışmıyor. Korkma zararı sadece elindeki alete" diyen Osman abiye bakıp gülümseyerek ağzıma bir zeytin attım. Bekir abi ise küfürden medet bulamayınca radyosuna methiyeler düzmeye başlamıştı:

" A canına yandığım nağmeler kutusu. Bir eğlencem sensin, sen de beni imansız Gülçin gibi terk mi edeceksin?" deyince elimde olmadan kıkırdadım. Masadaki gözler bana dönüp ortam sessizleştiğinde elimi yumruk yapıp ağzıma götürerek hafifçe öksürdüm:

" Abi sıkıntı olmazsa ver senin yareni de bir bakayım derdi neymiş?" dediğimde Bekir abi çizgi halindeki gözlerini olabildiğince açıp:

" Anlar mısın bu işlerden küçük?" dedi.

" Eh elimden gelir azıcık" sözüm üzerine radyoyu bana uzatınca:

" İçini açmak için sivri uçlu bir şey olsa iyi olurdu." dedim. Bekir abi masadan kalkıp ranzasına ilerledi. Yatağın çarşafını sıyırıp şiltenin içinden dikkatle bir şey alıp geldi:

" Bu işini görür mü?" diye bana uzattığı şey ufak sivri uçlu bir metal parçasıydı. "Olur " deyip elindeki metali alarak radyoyu açtım. Vidaları dikkatle çay tabağına koydum. İçini açtığımda kablolardan birinin aşınıp tellerinden ayrıldığını fark ettim. Elimdeki sivri metalle aşınan kabloyu koparıp meydana çıkan telleri birbirine bağladım.  Ardından masada ki sigara paketlerinden birini alıp içindeki parlak kağıttan parmağım kalınlığında 2-3 cm bir parça koparıp yüzeye bir kat sarıp yerine yerleştirdim. Sonra da radyoyu döndürüp çalışıp çalışmadığını kontrol etmek için anahtarı çevirince gelen melodi ile gülümseyerek radyoyu kapatıp tekrar arkasındaki plakayı yerleştirerek vidalarla sabitledim. İşim bitince radyoyu Bekir abiye uzattım. Bekir abi yüzünde oyuncağına kavuşmuş çocuk edası ile bana bakıp:

" Bu çocuğun çay parası benden " diyerek omzuma bir şaplak attı. Bekir ağa çay parasına mı sevinsem zaten harabeye dönmüş omzumu çürüttüğüne mi üzülsem bilemedim ama SAĞOLASIN...

ZAMAN ZAMAN İÇİNDE (BOYXBOY)( TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin