Hakkı'nın avlu kapısından çıkışı ile hareketlilik arttı. Zaten ateş almayı bekleyen avlu yavaş yavaş huzursuzluğun pençesine dolanıp kaynıyordu. Bense Osman abinin yanındaki eski yerimi almış izliyordum. On beş dakika kadar sonra avlunun kapısı açılıp mahkumlar içeriye geçmek için sıraya sokulmaya başlandılar. Bu sırada solcu koğuşlardan gelen sloganlar avluyu doldurmuş kapıdan içeri giren askerler de slogan atan gruplara müdahalede bulunmaya başlamışlardı. Osman abinin arkasında sıraya girmiştim ama gözüm slogan atan grup ve onlara müdahale eden askerlerdeydi. Bir anda yüzümün sol yanında hissettiğim iri kemikli elin yönlendirmesi ile önüme dönmeye zorlandığımda kulağımı reisin tok sesi doldurdu:
" Kendi işine bak velet" dediğinde alaycı bir gülümseme ile arkama dönmeden reisi yanıtladım:
" Dedi yaşı benden yirmi yıl gün almış ağamız."
Bu sefer sol eli ensemi kavrayıp sıktığında hissettiğim acı ile kasıldım. Kulağımda hissettiğim ılık nefes ensemdeki acıya garip bir ürperti ekledi.
" Canın bedenine fazla gelmiş anladım ama dikkat et Azrailin ben olmayayım." dediğinde dişlerimi sıkıp derin bir nefes aldım. Cevap vermek için kımıldandığımda reisin ensemdeki elinin sıcaklığı yerini ayazın keskin soğukluğuna bıraktı. Aramızdaki gerginliğe noktayı ilk gün tanıştığım gardiyan koydu:
" Yeter reis uzatma. Başımızda yeteri kadar dert var bir de sizle uğraşmayalım." dediğinde bu karşılaşmayı başka zamana bırakmam gerektiğini anladım zira bu gün daha bitmemişti ve herkes için daha da zorlaşacağını en iyi ben biliyordum. Osman abi endişeyle bana döndüğünde " Sorun yok" manasında başımı salladım. İçeri girdikten sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi herkes günlük rutinlerine geri dönmüştü. Bense dalgın bir şekilde yatağımda oturmuş bacaklarımı karnıma çekip sırtımı duvara yaslamış düşüncelere dalmıştım. Ağrı kesicinin etkisinin de geçmesiyle sızlayan yaralarım vücuduma eziyet ederken önüme uzatılan çay bardağıyla dikkatimi bana bardağı uzatan bedene yönelttim. Kahvaltı hazırlanırken adının Cüneyt olduğunu öğrendiğim benim boylarda , esmer, ince yapılı gencin uzattığı bardağı alıp:
" Teşekkür ederim , bu çok makbule geçti." deyip yatağın kenarını gösterdiğimde sorgusuz gösterdiğim yere oturdu.Elimdeki çaydan bir yudum alıp Cüneyt'e döndüğümde tebessümünün ardında söyleyecek bir sözü varmış gibi kıvranıyordu:
" Söyle ne söyleyeceksen kıvranmana gerek yok Cüneyt kardeş." dediğim zaman derin bir nefes aldı. Doğru kelimeleri arar bir halde gözlerini yumup açtı:
" Reis iyi adamdır. Belki ifadesi sert ve aksi olabilir ama kimseyi bile isteye incitmez. Sana öyle davranmasının sebebi..."
Sözünü bitirmeden araya girdim çünkü değer verdiği ve inandığı reis adına konuşmaya gelmeyi etik bulmadığı ve bu konuda zorlandığı her halinden belliydi:
" Anlıyorum Cüneyt , sorun etmedim zaten. Bu dağılmış halimle bir arbedenin arasında kalırsam doğrulamayacağımı biliyorum. Ve reis bir nevi beni kolladı. Ne kadar üslubu beni rahatsız etse de o kadar da aptal değilim." mahçup bir ifade ile yüzü yeri buldu. Ardından başını sağa sola sallayıp:
" Şu üç günde çok değiştin Kerim kardeş çok." dedi. Derin bir nefes alıp devam etti:
" Buraya getirildiğinde korkak, sinirli , garip bir çocuktun. Şimdi ise karşımda güçlü, kararlı ,olgun ve mantıklı bir adam olarak duruyorsun. Çift kişilikli olduğunu düşünmeye başladım. Ve öyleysen bu kişiliğinde kal lütfen, bu adamla geçinmesi de konuşması da daha kolay" deyince bir kahkaha patlattım. Cüneyt ise bana eşlik edip naif bir gülümseme bahşetti. Zaman mevhumu bu dört duvar arasında varlığını unutturduğu için ne kadar sohbet ettiğimizi bilmiyorum ama ikindi namazının habercisi ezan sesi ile sohbeti sonlandırdık. Cüneyt yemek hazırlamak için Fatih ile koğuştan ayrılınca ben de ağrıyan bedenimi dinlendirmek adına yatağa uzandım. Ya yaşadığım olayların ya da ağrıyan bedenimle ruhumun verdiği yorgunlukla olsa gerek yattığım yatakta mayışıp bütün uğraşlarıma rağmen uykuya yenik düştüm. Gözlerimi zifiri karanlıkta açtığımda nerede olduğumu anlamak için seslendim " Kimse yok mu?" . Amaçsız bir şekilde çıkış ararken karşımda beliren mavi ışığa yöneldim. Bu sırada aklımdaki sorular yeniden yerlerini aldılar. Rüya da mıyım? Öldüm mü? Bunları düşünürken içine girdiğim mavi ışığın parlaklığı ile bir süre gözlerimi hissetmedim. Gözlerimi açabildiğimde kendimi çok sevdiğim bir tablo olan Hikmet Onat'ın " Adadan" resminin içinde buldum. Tabloya tezat bir silüet gözlerime iliştiğinde gözlerimi kısıp dikkatle bakmaya başladım. Ağaca bir elini dayamış beyaz takım elbiseli kişiyi daha net görebilmek için yanaştığımda bana dönüp yüzünü gösterdi. Gözlerim dolu dolu karşımdaki adama baktım. Ne de çok özlemiştim. Yüzünden hiç eksiltmediği sıcak gülümsemesiyle bana seslendiğinde ona doğru koştum ama yer altından kayıp derin bir çukura dönüşünce ben de bir anda kendimi çukurun kenarında buldum. Dengemi sağlayamayıp düştüğüm sırada bir el tarafından tutuldum.
" Emir bırakma beni" diye seslendiğimde düştüğüm çukurun başında Emir ellerini avuçları yukarı bakacak şekilde açıp:
" Ölülerden medet ummaktan vazgeç Kerime. Senin ellerini tutan yaşayana sıkı tutun ." deyip gözden kaybolurken beni tutan el bulunduğum çukurdan beni çekmeye çalışıyordu. Bana seslendiğinde bulunduğumuz tablo yavaş yavaş kaybolmaya başladı:
" Uyan Kerim uyan hadi." dediğinde beni tutan elin sahibinin omzundan tutup:
" Gitme Emir ne olur beni bırakma." omzumdan tutup sarsıldığımda ıslak gözlerimi zorla da olsa açabildiğimde başımı yasladığım sert göğüsten hafifçe geri çekilip başımı kaldırdığımda çatık kaşlarına tezat endişeli bir reis görmeyi beklediğim son şeydi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMAN ZAMAN İÇİNDE (BOYXBOY)( TAMAMLANDI)
Random21. yüzyılın dahi kadın girişimcisi olan Kerime hayatının yaşadığı ihanetle son bulduğunu düşünürken kendini kuzgun karası 70 lerde Sağmalcılarda üstelik cinsiyeti bile kendine tezat bir bedende bulur. Peki ya sonrası?..... Başlangıç Tarihi: 17 Şub...