27.BÖLÜM

685 89 136
                                    

(Media: Bölüm şarkımız)

EGE'DEN


Ellerimin arasında olan bir buket çiçeğe, bir de önümdeki büyük demir kapıya bakıp burukça tebessüm ettim. Ciğerlerimi dolduran ağaç ve toprak karışımı olan kokuyu gözlerimi kapatarak soludum bir müddet.  Yüzüme değen yağmur damlaları umrumda bile değildi. 

"Yine mi geldin delikanlı."

Gözlerimi açıp tanıdık gelen sesin sahibine çevirdim bakışlarımı. 50'li yaşlarının sonuna gelmişti Akif amca. Her gelişimde mutlaka karşılaşırdık onunla.  Elinde kazma ve küreğiyle hiç ayrılmazdı buradan. 

"Özlem çok ağır bir yük be Akif amca. Özledikçe soluğu burada alıyorum ne yapayım?" dedim çenemle karşımızdaki mezarlığı göstererek.

Elini omzuma koyup sıvazladı. 

"Özlem hiç yük olur mu evladım? İnsana bahşedilmiş en güzel duygudur. Hadi git... Gözün sürekli orada. Tutmayım ben seni."

Bir şey demeden başımla onayladım. Sessizce sendeleyerek yanımdan gidişini izledim bir süre.  Her zamanki babacan tavrıyla konuşmuştu Akif amca. Bazı insanlar saatlerce konuşsa sıkılmadan dinlettirir ya kendini. Öyleydi Akif amca. Bıkmadan, usanmadan dinlerdim ben onu. Bir sürü şey öğrenmemi sağlamıştı annemden sonra. Bir nevi onun sözleriyle ayaklanmıştım ben.

Akif amcanın gözden kaybolmasının ardından gürleyen göğe kaldırdım başımı.

"Bu sefer kim için ağlıyorsun?" 

Yağmur şiddetini arttırmaya başlarken daha fazla oyalanmamak için karşımda olan büyük demir kapının küçük yerinden girip ilerlemeye başladım, ezbere bildiğim yere doğru. Yürürken bir yandan dua ediyor, bir yandan da dümdüz olmuş mezarlara bakıyordum.

Adeta bir deniz dalgası gibi hafif hafif ilerliyoruz bu yolda. Ne gittiğimiz yol ne de gideceğimiz yer belli. Adı mı? Hayat.... Kimi zaman İstanbul'u andırıyor yorgunluklarımız. Onun trafiği gibi öylesine uzun, içindeki kalabalık gibi ağır. Hayat yoruyor bizleri, insanlar yoruyor, hayaller yoruyor... Kimi zaman bu ağır yol, kar taneleri gibi birbirine değmeden sakince gidilen bir yol oluyor bize. Hayat, sadece adı. Peki ya hikayesi? Öyle hayatları olur ki kimi hayatların, tahteravalliden düşünce ağlayan çocuk feryadına benzer. Öylesine mutluyken, yükseklerdeyken hiç beklenmedik anda çakılır yere o hayatın sahibi. Ağlar saatlerce ama küsmez o tahteravalliye, hayata. Sevgi barındırır hayat, aşk, huzur, bir annenin kucağını, bir babanın kocaman kanatlarını barındırır. Tüm bunlar dışında olumsuzluklar barındırır. Kuralıdır bu hayatın, yükseklere çıkıp çıkıp düşmek ya da düşerek çıkmak. Hayat dediğimiz şey sessiz sakin bir deniz dalgası üzerinde rütbesini bilmeyen bir gemidir. İyisiyle, kötüsüyle budur. Hakimiyet sahibi olan Büyük İskender'de geçmiştir bu dünyadan, Sultan Süleyman'da. Ve görülmelidir ki hayat; balığın başını denizden çıkardığı dakikaya kadar sürer.

Hiç mi özlemiyorlardı sevdiklerini? Ölünce bitiyor muydu onların içindeki sevgi? Sevdiklerinin mezar taşlarının bile mi hiç değeri olmuyordu hayatlarında? Ben özlüyordum. Kendisini ayrı, mezar taşındaki soğuğu ayrı, toğrağının kokusunu ayrı. O taşın soğuğu bana annem oluyordu her seferinde. Annemin şefkatli, sıcacık kolları... O taş sarıyordu beni annem yerine. Yaşasaydı eminim kendisi yine sarardı beni, sıcacık sevgisiyle. 

Nankördü insanlar. Sevdiklerini toprağa koyduktan sonra unutabilecek kadar nankör. Ne kadar da acı! Ölünce bir avuç toprağımızın bile değeri olmuyor sevdiğimiz insanların hayatında. Öyle ya da böyle bir şekilde siliniyoruz bu hayattan. 

KESİŞEN YOLLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin