"Hala mı uyuyor?"
"Arkadaşımı özledim ama ben ya!"
"Normal mi bu kadar uyuması?
"Doktoru bir daha mı arasak acaba?"
"Arayacaksak bu sefer ben aramam arkadaşlar. Altıncı olacak bu. Adam telefonu bile kapamış olabilir bizim yüzümüzden."
"Bırakın ne güzel uyuyor işte. Uyumaya devam etsin. Her aradığımızda aynı şeyi söyledi adam. İlaçların etkisi dedi defalarca. Çıkın odadan da rahatsız olmasın."
Birbiri ardına duyduğum sesler başımı ağrıtıyordu. Seslerin kime ait olduğunu seçemeyecek kadar uğultu vardı kulaklarımda. Gözkapaklarım açılmamaya yemin etmişlerdi sanki. Ne kadar zorlarsam zorlayayım bir türlü tam anlamıyla açamıyordum. Ama o tanıdık huzuru anımsatan kokuyu yakınımda bir yerlerden çok iyi duyumsuyordum.
Aslında arkadaşlarımın sandığı gibi hep uyumuyordum. Ancak gözlerimi açmadığım için onlar beni hep uyuyor olarak görüyorlardı. Oysa sürekli uykuyla uyanıklık hali arasındaydım. Etrafımda olup bitenleri tam olarak hatırlamıyor olsam da çoğu zihnimde yer edinmiş ve yerini koruyordu. En azından Ege'nin belki de hiçbir zaman yüzüme söyleyebilecek cesareti bulamayacağı şeyleri anlattığını, o içimi rahatlatan dinlendirici sesiyle, şarkı mırıldanmasını kopuk kopuk da olsa hatırlıyordum. Onun sesi ve söyledikleri dışında olan hiçbir sözün, hiçbir sesin benim için hükmü yoktu. Sadece ona dair olan şeylerin zihnimde tam olarak var olmasının verdiği huzurdan anlamıştım bunu. Kim ne demiş önemli değildi benim için şu anda. Ege ne demiş, ne düşünmüştü o önemliydi. Bencillik miydi bu şekilde düşünüyor olmam arkadaşlarıma karşı? Bilmiyorum. Belki de onların vereceği tepkiyi çok iyi bildiğimden kaynaklıydı, sadece Ege'nin düşüncelerini ve hislerini merak etmem. Sahi çok korkmuş mudur bana bir şey olmasından? Beni bulduğu andaki yüz ifadesi tekrardan gözümün önüne gelince kendime sorduğum bu sorunun ne kadar gereksiz olduğunu fark ettim. Nasıl da elleri titriyordu, gözleri kızarmıştı. Ne kadar da çok bağırmıştı öyle. Her daim bir erkeğe göre yumuşak olan ses tonu nasıl da gürleşmişti bir anda. Kaybetme korkusu böyle bir şeydi sanırım.
Ege'nin hatırladığım kadarıyla anlattığı şeylere göre hala umudu vardı. Hala bekliyordu. Ve hala, ben onu ne kadar kırmış olursam olayım o tüm hatalarıma, bana karşı olan kırgınlıklarına ve beklemenin getirdiği yorgunluğa rağmen sevmeye devam ediyordu.
Senin yaptığın şeylere rağmen, sen böyle bir sevgiyi hak ediyor musun Asya? Diye soran iç sesime kulak verdim huzursuzca. Herkes sevilmeyi hak ederdi. Herkes sevilmek isterdi. Ve herkes sevmek isterdi. Ama tüm bunlar karşılıklı olunca bir anlam kazanırdı. Sevilmek, sevdiğin insan tarafından olursa değerli olurdu. Eğer tek taraflı bir durum varsa işte o zaman sevgi yani sevilme hissi güzel duyguların yerine vicdan yükü olarak geçiyordu insana. Başlarda Ege'ye karşı duyduğum tek şey vicdani rahatsızlıktı. Ama şimdi çok daha farklı şeyler hissediyordum ona karşı. Sevmek istemeyip sadece sevilme duygusunu hissedip kendini tatmin etmek ise bir tarafın mutlaka canının yanması demekti benim gözümde. Onun duygularından beslenmek hatta kullanmaktı belki de. Sevmek ise onu kolay kolay kimse hakkıyla yerine getirmezdi. Şahit olduğum tek bir insan dışında. Ege.
Ceyhun da seviyordu sevgilisi Göksu'yu. Gürkan da seviyordu eşi Özge'yi. Batu'da seviyordu bir türlü kalbini açamadığı Nisa'yı. Ama Ege... O herkesten ve her şeyden farklı seviyordu benim gözümde. Kişi olarak değildi düşündüğüm şey. Çok geniş kapsamlı bir kavram çünkü sevgi. Sevmek sadece bir insana karşı duyulabilecek bir duygu değil. Bunu biliyorum. Anneye, babaya, bir arkadaşa, bir hayvana, bir ağaca veya bir çiçeğe bile sevgi besleyebilir insan. Ege tüm bunlara karşı farklı bakıyor, farklı seviyordu. Baş başa olmasak bile aynı ortamda beraber geçirdiğimiz birçok vakit olmuştu. Ve ben aslında istemsizce çoğu zaman onu izlerken bulmuştum kalbini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KESİŞEN YOLLAR
ChickLitAldatılmanın verdiği hasarla sevilmeye dair olan inancını yitirmiş bir kız; yıllarca kavuşamamanın getirdiği yorgunluğa rağmen bir kez olsun sevmekten vazgeçmeyen bir adam. Hayat bu iki insanın yolunu nasıl kesiştirecek kim bilir... . . . Yolumuz...