Sabahın en erken saatlerinde telefonumdan gelen alarmın sesiyle zor da olsa gözlerimi araladım ve kapanmak yerine şiddetini artırarak çalmaya devam eden telefonumu, yatağın içinde tam açılmamış olan gözlerimle bulmaya çalıştım.
"Sabah sabah çektiğim eziyete bak ya!"
Telefonu bulamadıkça uyku sersemi sinirlenmiş, haliyle kendi kendime söylenmeye başlamıştım. Gece yanımda olan telefon, şimdi nereye kaybolmuştu küçücük yatağın içinde, anlam verememiştim. Yattığım yerden aramanın bir işe yaramayacağını anladığım zaman sıkıntıyla söylenerek hiç ayrılmak istemediğim yatağın içinden çıktım ve havaların ısınmasına rağmen bırakamadığım yorganımı kucağıma aldım.
Bir kaç dakika içinde yatağı alt üst etmiş olsam da sonunda bulmuştum telefonumu.
"Çok şükür."
Dağılmış, önüme düşen saçlarımı nefes nefese şekilde bir elimle geriye doğru atarken diğer elimle de alarmı kapattım. Saat daha sabahın 7'siydi ve ben geç uyumuş olmama rağmen erkenden uyanmak zorundaydım. Çünkü bu babamın bizim evde koyduğu genel, geçerliliği her daim devam eden ve muhtemelen sürekli olarak devam edeceği bir kuraldı. Babama göre eğer kendi iş yeriniz varsa orası küçük bir yer bile olsa sabahın en erken saatinde açılmalıydı. Böylelikle sabahın bereketinden, hayrından mahrum kalınmazdı.
Bana kalsa bu kadar erken açmazdım ofisi. Ancak babamın benden tek isteği bu olmuştu ofisi açacağımız dönemde. Babadan devam eden bir gelenek haline geldiği için kırmak istememiştim. Haliyle zaten reddedemezdim. Hem işlere erkenden başlamak ne kadar söylensem de işlerimi kolaylaştırıyor, günümü verimli geçirmemi sağlıyordu. Aslında çok da kötü sayılmazdı. Ah şu uykusuzluk olmasa!Kendimi yatağın üzerine bırakıp tatlı bir heyecanla telefonumun kilidini açtım ve Ege ile olan son mesajlarımıza girdim. Dün gece olanlar sonrasında Ege'den herhangi bir mesaj tekrar gelecek mi diye heyecan içinde beklemeye başladım. Birkaç dakika telefonun ekranı açık bir şekilde boş boş mesaj beklerken gelen ani sinir ile telefonumun kilidini kapatıp yanıma koydum.
"Salak mısın kızım ya! Saat kaç daha sen mesaj bekliyorsun. Uyuyordur bu saatte.... acaba kaçta uyanıyor ki... ben mi mesaj atsam... dün gece o atmıştı hem... acaba atsam çok mu hevesli görünürüm... E zaten hevesliyim. Niye saklayım ki?"
Kendi kendime yaptığım genel konuşma sonrasında tebessüm edip sakin bir şekilde telefonu tekrar elime aldım ve mesajlar bölümüne girip yazmaya başladım.
Umarım güzel bir gün olur senin için güna.....
Yazdığım mesajın saçmalığını fark ettiğimde tamamlamadan hemen sildim ve tekrar yazmaya başladım.
Bugün hava çok güzel. Günay...
Havanın güzel olduğundan bahsetmeme cidden gerek var mıydı? Neden bu kadar gerilmiş hissediyordum ki şimdi? Alt tarafı bir mesaj atacaktım. Bunda gerilecek, panik yapacak ne olabilirdi? Daha önce hiç mesajlaşmamış çocuklar gibi davranıyordum resmen. Bu kadar abartmam normal miydi? Bir mesaj atarken gerilen ben dün aşkı ilan ederken baya rahattım oysa ki. Bazen yanlış zamanda, yanlış yerde, yanlış duyguları yaşıyordum.
Bulunduğum duruma gülmekten alamadım kendimi. Aşk ne güzel bir heyecandı. Son yazdığım mesajı silip bu sefer normal bir günaydın yazmak için yeltendiğimde Ege'nin çevrimiçi gorünüp saniyesinde yolladığı mesajla kaşlarım önce şaşkınlık havalandı daha sonra hemen mavi tik olmasına neden olduğum için utançla yüzüm yanmaya başladı. Ondan mesaj beklediğimi, profilini gözlediğimi düşünsün istemiyordum. Her ne kadar bekleyip, gözlesem de...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KESİŞEN YOLLAR
Chick-LitAldatılmanın verdiği hasarla sevilmeye dair olan inancını yitirmiş bir kız; yıllarca kavuşamamanın getirdiği yorgunluğa rağmen bir kez olsun sevmekten vazgeçmeyen bir adam. Hayat bu iki insanın yolunu nasıl kesiştirecek kim bilir... . . . Yolumuz...