| Kaya |
Çarşamba.
22.30
Doğu
Kaya
İnsanın sahip olduğu şeylerin sayısı ne kadar azsa kıskançlık duygusundan o kadar uzak büyüyordu. Çocukluğumdan beri bana ait olan hiçbir şeyi paylaşmaktan rahatsız olmamıştım. Çünkü hiçbir şeyi tam olarak sahiplenememiştim.
Hayatımda ilk defa kıskançlığın tadını alıyordum; mayhoş ve beklenmedik tadını.
Bugüne kadar onlarca kızla flörtleştiğine şahit olmuştum ve bu sahneye yabancı değildim. Yabancı olduğum şey o bir başkasına güldüğünde göğsümün içinde beliren ağrıydı. Bir şekilde hep orada olan ama benim yeni fark ettiğim bir ağrıydı bu. Onu neden ve nasıl sahiplendiğimi bilmiyordum, zaten söz konusu Doğu olduğunda bazı şeyleri idrak etmekte hep zorlanmıştım. Sahiplenmeye hakkım var mıydı, bunu da düşünmeden edemiyordum. Doğru düzgün oturup sohbet etmişliğimiz yoktu. Birbirimizi iyi tanıyorduk evet, ama bir bakıma da hiç tanımıyorduk. Saçmaydı, ne kadar mantığıma uydurmaya çalışsam da durum saçmalıktan öteye gidemiyordu. Neden içimi bu hislerle kavuran insan o olmak zorundaydı? Kabuğumu dünyanın en duyarsız adamı için kırmıştım ve geleceğe baktığımda aydınlığa dair tek bir işaret göremiyordum. Adam birkaç ay sonra kim bilir nereye siktir olup gidecekti. Ki gitmese bile yaşadığımız şeyin devam edilesi bir yanı yoktu. Kalkan aletini indirdikten sonra arkasına bile bakmadan topuklayan bir şerefsizin gizli aşığı olmak falan istemiyordum. Benim de bir erkeklik gururum vardı. Nitekim başıma ne geldiyse bu söz konusu erkeklik yüzünden gelmişti, ama yanına gurur kelimesi eklenince de insanın damarı atıyordu işte. Elimde onun artıklarıyla bir sokak arasında arkasından bakmak ağır geliyordu. Her şeyden öte karşımda hiçbir şey olmamış gibi karıya kıza yazması ağır geliyordu. Boynuma sarılmasını, hayatı boyunca kendini bana saklamasını falan istemiyordum. Belki biraz istiyordum ama bu düşünce aynı zamanda gözümü korkutuyordu. Çünkü hayalini kurduğum şeyler aileme, çevreme açıklayamayacağım şeylerdi.
Daldığım düşüncelerden mekanda kopan gürültüyle sıyrıldım. Doğu ile göz göze gelmemiz yalnızca bir saniye sürdü. Ardından bar kısmından çıkıp kalabalığın arasına daldık. Mevzu olduğu açıktı, alkolün olduğu yerde mevzu olmaması imkansızdı zaten. Sıkıntı bunun mekanın içinde olmasındaydı.
Birbirine kenetlenmiş iki müşteriden birini yakasından tutup geri çektiğimde Doğu da ötekini dizginlemek için araya girdi. Kendisinden kat kat büyük bir aygırla baş etmeye çalıştığını görünce karambolde kendime yanlış adamı seçtiğimi fark ettim. Çocuk resmen hayatının savaşını veriyordu. Yardım edecek biri çıkar umuduyla etrafa bakındım ama müşteriler göt korkusundan araya girmek istemiyordu. Şansımıza da bu gece erkek çalışan olarak yalnızca biz vardık.
O direnişin arasında kafası bir anda arkaya savruldu. Şakağından süzülen kanı gördüğüm an ellerim buz kesti. Vücudum beynimden önce harekete geçip yakasından kavradığım elemanı arkaya savururken kendimi akışa bıraktım. Korku ve uyuşma arası bir çizgide yürüyordum. Doğu'yu yakasından kavrayıp arkama sakladıktan sonra kafamı karşımdaki adamın burnuna geçirdim. Her şey ağır çekimde cereyan ederken yere yıkılan adamın üzerine çıkıp yumruklarımı art arda yüzüne indirmeye devam ettim. Düşüncelerim karmakarışıktı, ellerimi hissetmiyordum.
"Kaya!"
Omzumun üstünden arkaya bakıp kollarımı kavrayan ellerin sahibine baktım. Şakağından çenesine doğru süzülen kırmızı yolu izlerken benim şakağım sızlıyordu sanki. Daha önce böyle hissetmemiştim. Hiçkimse, hiçbir şey beni bu hale getirmemişti. Şimdi neden böyle hissediyordum?
Tişörtümün yakasını tutup dişlerinin arasından "Yürü!" diye hırladı. Rüzgarda savrulur gibi eline uyum sağlayarak ayağa kalkıp arkasından savrularak beni sürüklemesine izin verdim. Neden ortalığı karmakarışık bıraktığımızı sorgulamak ancak beni arka sokağa çıkardığında aklıma geldi. Fakat bakışlarını fark edince susmayı seçtim. Kızaran yüzü yarı karanlık sokakta mor görünüyordu. Yakamı savurarak bıraktığında gözlerinde yine aynı öldürücü bakış belirdi.
"Ne bok yedin sen şimdi?"
"Sence?"
Adamı aygırın elinden kurtarıyordum ama o dönüp yine bana çatıyordu. Bu konuşmanın nereye varacağını öyle iyi biliyordum ki, içimden zerre kadar devam etmek gelmiyordu.
"Ulan sana şunu yapma, dedim. Demedim mi?"
"Rica ederim am kafalı, kim olsa aynı şeyi yapardı."
Hırsla inleyip gövdeme yumruk attığında ince bir sızıyla geriledim. Ulan ne düşünmüştüm ki zaten, ne olmasını beklemiştim?
"Kendi kendine kahramanlık filmi çekiyorsun amına koyduğumun yerinde! Bir de teşekkür mü bekliyorsun?"
İyice yüzüne sokulup soluğumu dişlerimin arasından yüzüne bıraktım.
"İçerde mekanın amına koyuyorlar. Şu an kim kimi sikiyor kavgası yapmak için uygun zaman mı sence?"
Yüzümde patlayan yumrukla başım geriye savrulurken birbirine çarpan dişlerimin sesi kulaklarımda çınladı. Bulanık gözlerle yine yüzüne baktığımda sinirden kanım damarlarımın içinde kaynıyordu.
"Bunun lafını bile etmeyeceksin demedim mi lan sana?!"
"Bu iki oldu."
Çakmak çakmak bakan gözleri kısılırken farklı şeylerden bahsettiğimizi anlayarak duraksadı. Ona yardımcı olduğum için ikinci kez yumruk yiyordum, ama asıl koyan yüzüme değil zihnime inen yumruktu. Bir anda unuttuğum gerçekle yüzleşmiştim. Güzel sayılabilecek anların hepsi kafası kıyakken yaşanmıştı. Normal şartlarda bana insan gibi davrandığına şahit olmamıştım.
"İki oldu Doğu." Üzerine doğru yürüdüğümde göz bebekleri titredi ama gerilemedi. Geri vites yapmayacağını zaten biliyordum, zaten amacım gözünü korkutmak değildi. Sadece anlasın istiyordum. "Üç olmayacak."
Boğazımı yakan anlamsız yumruyu yok etmek için yutkundum. Ona arkamı dönüp içeri girerken bütün vücudum alev alev yanıyordu.
____
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sınır hattı
Teen FictionVenüs'ün kitabıdır, o dönene kadar bu hesapta geçici olarak bulunmaktadır.