| Kaya |
Çarşamba.
19.40
Kendimi iyi hissettiğim her an bana on katı büyüklüğünde bir yıkımla geri dönüyordu. Bir kere de oturup ağız tadıyla mutluluğun keyfini çıkartamıyordum. Her şey eninde sonunda boka sarıyordu.
"Çıkıyor musun?"
Bakışlarımı düğmesini iliklediğim gömlekten ayırmadan "Çıkacağım şimdi." diye cevap verdim.
"Dokuzda değil miydi mesain?"
"İşim var biraz, erken çıkacağım."
"Benim acil çıkmam lazım. Ben gelene kadar annemle kalır mısın?"
Kabul etmemek gibi bir seçeneğim yoktu. Babam bu ara iyice yoldan çıktığı için mesailerimizi annemi yalnız bırakmayacak şekilde ayarlamaya çalışıyorduk. Gündüzleri komşularla geceleri bizimle birlikteydi. Başımı sallayıp onaylayınca uzanıp kapının arkasındaki kot ceketini aldı.
"Ben gelirim bir saate."
Gömleğin son iki düğmesini de iliklerken odadan çıkışını izledim. Elimde olsa bir an önce Doğu'nun yanına gidip aramızdaki hesabı kapatırdım. Sol cebime ayırdığım ellilik bulunduğu noktayı yakarken başka bir şeye odaklanamıyordum çünkü.
En kötüsü de utanıyordum. Onun babasıyla kıyaslayınca benimki çöpten ibaretti ve bunu onun da görmüş olması ağır geliyordu. Abi o parayı çıkarırken nasıl hissedeceğimi hiç mi düşünmemişti? Tabiiki düşünmemişti, Doğu ne zaman beni düşünmüştü ki o an düşünecekti.
Sıkıntılı bir nefesle sırtımı duvara dayadım. Nedense onun yaptığı şeyden daha çok son söylediklerim canımı yakıyordu. Bir kez olsun yüzünde o ifadeyi görmek istemiştim; ellerimin içinde dağılsın istemiştim. Yüzündeki, gözlerindeki titremeyi gördüğüm halde daha fazla sarsıldığını görmek istemiştim. Ama bu istek sadece iki saniye sürmüştü. Arkamı dönüp yürüdüğüm anda onun içindeki ağrının bir eşi de beni esir almıştı. Darbeyi indirene kadar o şamarın beni de hedef aldığını anlayamamıştım. Duvardaki saatin yelkovanı turuna durmaksızın devam edip akrebi tetiklerken boş boş oturmaya devam ettim.
Uyandığımda abim kapıdan yeni giriyordu.
"Saat kaç?" dedim yüzümü ovuşturarak kendime gelmeye çalışırken.
"Sekiz buçuk."
"Hassiktir."
Yataktan fırlayıp askıdan ceketimi alarak dışarı çıktım. Koşup metroya yetişmem ve acilen mekana gitmem gerekiyordu. Hafızamın gerilerinde bir ses bir şeyi unuttuğumu fısıldıyordu ama neyi unuttuğumu bir türlü hatırlayamıyordum. Metroya binip elimi cebime attığımda telefonumu evde unuttuğumu fark ederek bezgince iç çektim. Boş bir yere oturup başımı cama yasladım. Yorgunluk hissi hastalığın da etkisiyle ezici bir seviyeye ulaşmıştı.
Mekana girip Doğu'yu bar sandalyelerinden birinde otururken görene kadar aslında neyi unuttuğumun farkında bile değildim. Başını iyice öne eğmiş boş boş bar tezgahına bakıyordu. Böyle sahipsiz bir çocuk gibi otururken nasıl içimdekileri söyleyecektim? Öfkeyle sıraladığım her cümle ufalanıp toz gibi dağılıyordu. Yanına yaklaşıp temas etmeden "Gel, arkada konuşalım." dedim.
Onu unuttuğum için kendimi suçlu hissetmiyordum. Attığım adres zaten buraya yakındı, büyük ihtimal beş dakika bekledikten sonra siktir ederek buraya gelmişti. Onun gibi umursamaz bir adam birini en fazla beş dakika beklerdi.
Başını yavaşça kaldırıp bayık bakışlarla yüzüme baktı. Tahmin ettiğim gibi yine içmişti. Ne durumda olduğu ifadesiz gözlerinden belli oluyordu.
Ufak bir çene hareketi yapıp sandalyeden indi. Arka tarafa çıkan kapıya doğru yürürken aramızda hatırı sayılır bir mesafe bırakıp peşinden gittim.
Hayatımın özeti buydu; Doğu'nun peşinde savrulup duruyordum ve o bir kez bile dönüp arkasına bakmıyordu.
Rüzgar tokat gibi yüzüme çarparken duraksadım ama o sokağın karanlık ucuna doğru yürümeye devam etti. O karanlığa girmek istemiyordum. Çünkü o karanlık ne zaman bizi içine alsa masumiyetimize ket vuruyordu. Beni en çok yoranda bu çocuğun peşinden savrulup durmaktı.
Cebimdeki elliliği çıkarıp "Al." diye seslendiğimde yürümeyi bırakıp yavaşça bana doğru döndü.
Aramızdaki on adımlık mesafeyi yavaşça kapatırken adımları sarsak ve dengesizdi. Parayı alıp cebine sokarken de yanımdan geçip giderken de hiçbir şey söylemedi.
Bu herif için vicdan yapmak istemiyordum ama son sözlerim hala beni rahatsız ederken bunu uygulamak zordu.
"Bir daha benim ailevi meselelerime karışma."
Yürümeyi kesmeden kuru bir sesle "Karışmam." dedi. Nefesim daralıyordu ulan. Aramızdaki mesafeler bir türlü kapanmıyordu ve ben o mesafeleri aşmaya çalıştıkça daha da uzağa fırlatılıyordum.
Sokaktan çıkıp köşeyi dönene kadar arkasından baktım. İçeri girebilecek duruma gelmem birkaç dakika sürdü. Kendimi her gün biraz daha eksiliyormuş gibi hissediyordum ve bunu engellemek için bir şey yapamıyordum.
İçeri girip bara geçtiğimde Ufuk bardakları raflara yerleştiriyordu. Günde yirmi bardak kıran Doğu'yla kıyaslayınca Ufuk'la çalışmak her türlü daha iyiydi. Ama yine de arkamı döndüğümde Ufuk yerine Doğu'nun yüzünü görmek istediğim anlar oluyordu. Çünkü aptaldım, beni zerre umursamayan bir adama bakarken içim titriyordu.
"Doğu seni mi bekliyordu?"
Siyah önlüklerin asılı olduğu askıdan bir tane alıp belime bağlarken başımı salladım.
"Gelirken sokağın köşesinde dikilirken gördüm, yanımda getirdim. Burda niye beklememiş ki?"
"Ne zaman getirdin?"
Yüzüme bakmadan "Sen gelmeden on dakika önce falan." diye cevap verdi. İmkansızdı, o kadar saat beni orda beklemesi ihtimal dahilinde bile değildi.
"Hiç içti mi buraya gelince?"
Sesimdeki değişimi fark ederek bakışlarını elindeki bardaktan ayırıp yüzüme kaydırdı.
"Yoo. Ne oldu ki?"
Dengesiz adımlarını düşününce kaskatı kesildim. Bu gece hava diğer gecelere kıyasla daha soğuktu. Doğu'dan bahsediyorduk ulan, o kadar saat soğukta dikilip beni beklemiş olamazdı. Hiç Doğu'ya uyan bir davranış değildi bu, en çok da bu yüzden inanamıyordum. Ama düşününce sırama çay bırakması da hiç onun yapacağı bir şey değildi.
Titriyordu. Bakışları o kadar uyuşmuştu ki dönüp yüzüme bile bakmamıştı.
Göğsüm ağrıyordu. Telefonumu almak için arka cebimi yoklayan elim boşluğu kavradığında içimde dev bir huzursuzlukla boş boş etrafa bakındım. Bünyamin şerefsizi mekanın köşesinden bizi izliyordu. Hala burada olmamın tek sebebi de buydu.
_____
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sınır hattı
Teen FictionVenüs'ün kitabıdır, o dönene kadar bu hesapta geçici olarak bulunmaktadır.