| Doğu |
Çarşamba.
20.30
Neden bir kez olsun söyleneni yapamıyordum? Açıkça gelme istemiyorum, demişti ama yapamıyordum ulan. Evde durdukça duvarlar üstüme üstüme geliyordu. Beni hoş karşılaması falan umrumda değildi, sadece yüzünü görmek istiyordum. Bir kez, tesadüfen de olsa gözlerimin içine baksın istiyordum.
"Çok sık oluyor galiba bu?"
Gözlerimi yoldan ayırıp şoför koltuğunda oturan babama baktım. Şartlar farklı olsaydı onu bu işe bulaştırmazdım, ama başka türlü Kaya'ya ulaşmam imkansızmış gibi görünmüştü.
"Arada oluyor."
Biraz bahsetmiştim ama hala tam olarak ayrıntıya giremiyordum. Sanki Kaya'nın sırrını açık ediyormuşum gibi yoğun bir suçluluk hissinin pençesindeydim.
Sıkıntıyla derin bir nefes alırken dik dik kırmızı ışığa baktı.
"Başhekimle konuştum." dedi en sonunda tereddütle. "Kadın iki yerinden bıçaklanmış."
Kendimi en kötüsüne hazırladığım için şaşırmamıştım ama ne tepki vereceğimi de bilemiyordum. Dudaklarım gereksiz bir gülümsemeyle yukarı kıvrılırken gözlerim cayır cayır yanıyordu. Görüşüm buğulanırken titreyen ellerimi bacaklarıma bastırdım.
"Ben de seninle yukarı gelsem sıkıntı olur mu?"
Düşüncelerimi toparlamaya çalışırken boş boş suratına baktım. Bakışları önce ıslak gözlerimde ardından titreyen vücudumda dolaştı.
"Bilmiyorum." dedim kesik kesik solurken.
Başını sallayıp elini omzuma attı. O yanımda olmasaydı ne yapardım bilmiyordum. Bildiğim ne kadar yol varsa unutmuştum, beni kaybolmaktan kurtaran tek şey omzumdaki eliydi.
Hastanenin otoparkına girdiğimizde benimle birlikte arabadan inip asansöre kadar bir adım arkamdan yürüdü. Ne bastığım yeri ne gittiğim yolu görüyordum. Asansöre adım attığım anda sırtımı bulabildiğim ilk boşluğa yasladım. Babam tek bir şey söylemeden üçüncü katın düğmesine bastığında ona sahip olduğum için bir kez daha şükrettim. Kendimi Kaya'nın yerine koyamıyordum, onu anlayamıyordum. Onunla eş zamanlı hissettiğim tek şey göğsündeki yoğun ağrıydı.
"Hadi."
Zihnimi düşüncelerin arasından sıyırıp asansörden indim. Her şey boka batmıştı, bu saatten sonra ne yapsak elimize kokusu sinecekti. Bunu biliyordum, çünkü Kaya'yı tanıyordum.
Odanın önüne geldiğimizde titreyen elimi havaya kaldırıp yavaşça tıkladım. İçeri girerken ruhum kapının önünde asılı kaldı. Ağlamaktan ya da tam tersi ağlayamamaktan kızarmış yeşil gözleri donuk bir ifadeyle beni bulduğunda onun ağlayamadığı her damla gözlerime hücum etti. Öyle yorgun bakıyordu ki on yedi yaşında olduğuna inanmakta zorlanıyordum. Çünkü değildi, şu an insan bile değildi. Saf acı, katıksız öfkeydi.
"Kaya."
Babamın sessizliği bozarak önüme geçişini fırsat bilerek hızla gözlerimi sildim. Normal davranmam, arkadaşı olmam gerekiyordu.
Kaya oturduğu sandalyeden kalkıp bize doğru yürürken bir adım arkasındaki abisini fark ettim. Aynı yorgun bakışlar onda da vardı. Yan yana durmuş iki harabe gibiydiler.
Yeşil gözleri öfkeli bir sorgu ifadesiyle benimkileri bulduğunda omuz silktim.
Babam direkt olarak abisine yönelik konuşarak "Ben Vural Öztürk," diye mırıldandı. "Doğu'nun babasıyım ve bu hastanede beyin ve sinir hastalıkları cerrahisi uzmanıyım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sınır hattı
Teen FictionVenüs'ün kitabıdır, o dönene kadar bu hesapta geçici olarak bulunmaktadır.