| Doğu |
Pazartesi.
11.34
Bakmadığım bir noktaya dair her ayrıntıyı biliyor olmamın aslında o noktadan başka bir şey göremediğim anlamına geldiğini fark ettiğimden beri hayata karşı daha öfkeliydim. İstemiyordum ulan. O aptal, beyaz okul gömleğinin esmer teninin üzerinde nasıl parladığını görmek istemiyordum. Açık bıraktığı yakasından görünen boynunu ve hareket eden adem elmasını görmek istemiyordum. En sevdiği oyunu oynarken heyecandan dilini nasıl ısırdığını, içtiği sigarayı, kokusunu, kızdığında nasıl baktığını, gerçek ve maskeden ibaret olan gülümsemeleri arasındaki farkı, özetle ben bu adam hakkında hiçbir şeyi bilmek istemiyordum. Ama beynimin kayda değer bir kısmı çoktan bu bilgilerle dolmuşken bu istek manasızdı. İşin kötü yanı, yakında bu zorunluluktan kurtulacağımı düşündüğümde rahatlamak yerine yumruğa benzer bir sızıyla titriyordum.
Duygularımı dışa vurmakta zorlanmadan geçirdiğim on sekiz yıldan sonra bir anda bütün dengelerim bozulmuştu. Ne düşündüğümü de ne hissettiğimi de bilemeyecek kadar aptallaşmış durumdaydım. Daha önce ağzım ve beynim arasında filtre olmaması başımı belaya sokarken şu an içimdekileri dışa vuramamanın ağrısını çekiyordum. Bu savunma mekanizmasından çok daha öte bir şeydi, biliyordum çünkü daha önce de bir kez yaşamıştım.
Soktuğumun tarihi tekerrür etmeden duramıyordu işte.
Annemle babam boşandığında da duygularımı dışa vuramamıştım. Şokun derinlerinde kulaç atıyor olmama rağmen annem evden ayrıldığında da, resmî olarak boşandıklarında da sadece tepkisizce olanları izlemiştim. Travma etkisi falan değildi, böyle çarpıcı durumlarda insan olduğumu kabullenip duygularıma teslim olmayı kendime yediremiyordum. Dışarıdan bakanların beni duyarsız ve umursamaz sanması işime geliyordu. Bok çukuruna dönmüş ruh dünyamı gizlemenin en kolay yoluydu bu.
Kaya'nın üzerimdeki etkisi de böyleydi. Adama ciddi anlamda sinir oluyordum, o aptal yüzünü gördüğümde sinirden elim ayağım titremeye, göğsüm daralmaya başlıyordu ve bu nefrete rağmen gözlerinin içine baktığımda hissettiğim uyuşma her şeyi daha da beter hale getiriyordu. Kokusunu hissettiğimde beynimin çalışmayı bırakmasından bahsetmiyordum bile. Sırf bu uyuşma yüzünden altta olmayı kabul etmemiş miydim zaten? İşin doğrusu, üstte olmak istersem vazgeçer ya da gider diye korkmuştum. Kendimden verdiğim tavizler boyumu aşıyordu, boğuluyordum.
İş öyle çığrından çıkmıştı ki artık ona yaklaşan kızları tavlayarak ondan uzaklaştırmaya başlamıştım. Aptal herif kızların üzerindeki etkisinin farkında bile değildi, ama ben farkındaydım ve bu farkındalık hayatımı cehenneme çeviriyordu. Çekici bile bulmadığım kızları ayarlamak için götümü yırtıyordum, artık bu saçmalık beni kadınlardan soğuma derecesine getirmişti; ki kadınları her zaman sevmiş bir adam olarak bunu kaldıramıyordum. Bir erkek beni bu hale getiremezdi abi, getirmemeliydi.
Nereden bakarsam bakayım boku yemiş gibi duruyordum. Üstelik bu boku yemişliğin içinde, adama yaklaşmanın kenarından bile geçmiyordum. Yaklaşmak istediğimden değildi, ama her açtığımda ağzımdan düşündüklerim yerine saçma sapan bir şey çıkmasından da memnun değildim.
Beni dev gibi bir adamın elinden kurtarmıştı. Teşekkür edeceğime nasıl ortamın amına koymuştum bilmiyordum. Üçüncü olmayacak, derken yüzünün aldığı şekil hala aklımdan çıkmıyordu.
Konuşamıyorduk; aklımdan geçenleri dilim söylemiyordu, dilimin söyledikleri her gece aklıma sıçıyordu. Kaldıramıyordum, hissettiğim şeyler omuzlarıma, göğsüme ağır geliyordu. Özetle ben kendimi anlatamıyordum, o da beni anlamıyordu. Bu saçma ilişkiye rağmen ne uzak durabiliyorduk, ne yan yana gelebiliyorduk.
_____
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sınır hattı
Teen FictionVenüs'ün kitabıdır, o dönene kadar bu hesapta geçici olarak bulunmaktadır.