| Kaya |
Salı.
11.30
Doğu
Kaya
Devrim
Eray
Geçmişimi düşününce kendimi tanımlayan bir kelime, bir cümle bulamıyordum. İçine doğduğum şartlar beni isyan etmeye aciz hale getirmişti. Başlarda diğer hayatların benimkinden iyi olduğunu anlamadığım, bilmediğim için isyan edememiştim, anladıktan sonra da içim almamıştı o kadar küfürü. Nasıl açan her çiçekte bir mucize bulamadıysam, kötüye bakıp isyan etmeyi de akıl edememiştim. Ot gibiydim, üstüme yağmur yağsa boyun eğiyor, tepemde güneş açsa gözlerimi kapatıp bana verdiklerini kabul ediyordum. Gerçekten, hakkını vererek yaşamanın ne olduğunu bilmiyordum. Çünkü mutlu olmanın, ağzımdan göğsüme kadar gülümsemenin tadına varmamıştım daha önce. Değişmiştim abi ve değiştiğimi çok sonra, ancak o tepemde açan güneş başıma geçince fark etmiştim. O saatten sonra üstüme yağan her damla omuzlarıma daha ağır gelmeye başlamıştı. Yağmur da yağsa o güneş yanımda olsun istiyordum. Gözlerimi sonuna kadar açarak ışığına bakmak istiyordum. Başka türlü, aldığım nefesin bile bana faydası yoktu.
Bu adam öyle bir adamdı ki sıradanlaşmış, bayatlamış ayrıntıları bile güzelleştiriyordu. Ne zaman dudaklarını öpsem daha önce hiç öpüşmemişim gibi hissediyordum. Sarıldığım an bugüne kadar sarıldığım herkesi silip atıyordum. Farklıydı, sıcaktı. Belki fazla ağırdı, ama yormuyordu.
Ne zaman elim vücuduna dokunsa şaşırıyordum. Mutlu olmak ne demek bilmediğimden, göğsümün içine yayılan tatlı sıcaklığı ne zaman hissetsem ruhum titriyordu.
Yıllardır, abimle arşınladığım şu yol bile yanımda o varken farklı görünüyordu gözüme. Çevreye bakıp bu yol bu kadar güzel miydi, buranın manzarası daha önce de böyle büyüleyici miydi, diye düşünüp duruyordum. Değildi işte. Büyüleyici görünmesini sağlayan bir adım önümde kollarını çocuk gibi sallayarak yürüyen adamdı. Ensesindeki ter damlacıkları, ağzından eksik etmediği küfürleri, sürekli parmaklarıyla arkaya taradığı saçları olmadan ne önümdeki manzara bir boka yarardı ne bu yol ne de ben.
"Oğlum bu otostop değil lan, baya baya yürüyoruz biz."
"Yoruldun mu?"
Omzunun üstünden arkaya bakıp "He gerizekalı yoruldum. Ne yapacaksın, sırtında mı taşıyacaksın?" diye söylendi. Söyleniyordu ama yinede sırıtıyordu. Sırf dokunmuş olmak için omzunu ittirip güldüm.
"Taşırız. Sıkıntı yok."
"Ya bırak Allah'ını seversen. Daha sırt çantanı taşımaktan acizsin."
Son yarım saattir sırtındaki çantayı bana kitlemeye çalıştığı için isyanı da bu yöndeydi. Aramızdaki saçma muhabbete ve tepemizdeki güneşe rağmen sırıta sırıta "Antrenman oğlum işte." dedim. "Güçlen diye uğraşıyoruz, sürekli ben kollayamam götünü. Kendine yetebilmen lazım."
Olduğu yerde yüz seksen derece dönüp yumruğunu gövdeme gömerken "Ne zaman kollamışsın lan sen benim götümü?" diye çıkıştı.
Suratındaki ifadeye daha fazla kayıtsız kalamayıp kahkaha attım. Ulan her şey değişiyordu da şu adamdaki gurur zerre eksilmiyordu, en çok da buna şaşırıyordum.
"Barda kavga çıktığı-"
Horoz gibi kabarıp üstüme yürürken gözleri gülümseyen dudaklarımdaydı. Kendisini gülmemek için zor tuttuğunu görebiliyordum ama yumuşamadı. Zira adamın kitabında geri vites diye bir kavram yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sınır hattı
Teen FictionVenüs'ün kitabıdır, o dönene kadar bu hesapta geçici olarak bulunmaktadır.